Distorsiyon, bir nesnenin şeklinin değişime uğramasıdır, biçim bozulmasıda denir. Dilimize İngilizce’den giren bu sözcük genellikle müzikle ilgili bir terim olarak kullanılmaktadır. Sözcük aslında; çarpıtma, çarpıklık, bükülme, tahrif, deformasyon, değişme, bozulma anlamlarına gelir. Aslında önemli olan kullanılan objektifin odak uzaklığı değil, konuya olan mesafemizdir. Yakından çekmek zorunda olduğumuz fotoğraflarda ister istemez konunun tamamını kadraja alabilmek için geniş açı objektif kullanır, oluşacak distorsiyonların (optik bozulmaları) ise objektiften kaynaklandığını düşünürüz. Elbette geniş açı objektif o bozulmaları yaratır, ama asıl neden, kullanılan objektif değil bizim konuya çok yakın olmamızdır. 24 mm ile çekilmiş kareden daha az fıçı distorsiyonu göstermekte. Buradan şu sonucu çıkartabiliriz. Konudan uzaklaştıkça geniş açı objektiflerde ortaya çıkabilecek perspektif bozulmalar daha az belirgin hale gelmekte. Bu da elbette daha sonra bunları düzeltmek için uygulamak zorunda kalacağımız yazılımsal müdahalelerin şiddetini azaltmakta. Bu nedenle, mimari anlamda yatayların ve dikeylerin önem taşıyacağı karelerde mümkün olduğunca uzaktan çekim işimizi kolaylaştıracaktır. Kadrajın içinde mimari bileşenler bulunduğunda perspektif bozulmaların önüne geçebilmek, bir fotoğrafçının en önemli amaçlarından biri olmalıdır. Bunu başarabilmek her zaman kolay değildir. Günümüzde özellikle iç içe geçmiş pek çok yapının bir arada bulunduğu kentsel alanlarda, bir mimari eseri fotoğraflamak için yeterince uzak mesafeye gidebilmek pek olası değildir. örneğin eski Antakya”- nın dar sokaklarında kapı ve pencereleri fotoğraflıyorsanız, ya da Safranbolu”nun o daracık sokaklarında konakları fotoğraflamaya çalışıyorsanız, muhakkak konuya yakın olmak ve geniş açı objektif kullanmak zorunda kalacaksınız. Ancak perspektif bozulmaların önlenmesi için mesafenin önemini bilirsek, elimizden geldiğince konudan uzaklaşarak kadrajımızın içindeki mimari eksenlerin eğilip bükülmelerini en aza indirebiliriz. Normalde sayısal görüntüdeki her bir piksel algılayıcıdaki bir hücreye karşılık geliyordu. Bu hücrelerde de birer alıcı olduğunu söylemiştik. Bir miktar alıcı da bu hücrelerdekilere destek için algılayıcının kenarlarında bulunuyordu. Algılayıcıda 10,2 milyon alıcı, etkin olan 10 milyon hücre ve alıcı, 10 milyon pikselden oluşan bir görüntü yaratıyordu. interpolasyon dediğimiz bir yöntemle az sayıda alıcıdan çok sayıda piksel elde edilmesi de mümkün. Böylece 5 megapiksel bir fotoğraf makinesi 10 megapiksel bir görüntü üretebilir. 5 milyon pikseli ölçer, hesaplar ve interpole ederek 10 milyona çıkarılır. Biraz tuhaf bir durum ama piyasadaki ucuz modellerin bir kısmında ve pahalı modellerde ayrı bir teknoloji ile desteklenerek bu özellik bulunuyor. Aslında bunun çok büyük bir getirisi yok. Çünkü algılayıcıda kaydedilmemiş olan bir detay, interpolasyon sonucunda birden gökten zembille inip sayısal görüntüye konamaz. Aslında olan fotoğrafın maksimum çözünürlüğünün artmasıdır. Bu da örneğin birbirine yakın, biri koyu gri diğeri açık gri iki pikselin arasına, ton değeri ikisinin arasında olacak şekilde üçüncü bir piksel eklenmesiyle olur. Ancak gerçekte orda simsiyah veya bembeyaz bir nokta da olabilir. İnterpolasyon sonucunda elbette bu gibi bir detayın ortaya çıkması sağlanamaz. Bu işlemi bilgisayarda bir görüntü işlem programında da yapabilirsiniz. Fotoğraf makinesinde yapılmasının bir avantajı var, o da görüntü sıkıştırılarak kaydedilmeden önce uygulandığından bilgisayardakine göre kalitenin daha yüksek olması.