Web2 denilen, içeriği kullanıcı girdileriyle oluşan internet sitelerinin, fotoğraf paylaşımı amacıyla da kullanılması ve dijital makinelerin yaygın kullanımıyla, bu eğilim çarpıcı bir biçimde arttı. “Sanat kitleselleşiyor, bir grup seçkine ait bir olgu olmaktan çıkıyor” diye sevinmeye fırsat bulamadan, malum ‘ağlayan çocuğun portresi’ndeki beğeni seviyesiyle, kendimizden geçtik. Dijitalin pratikliği, fotoğrafçılığı yaygınlaştırmıştı ama iyi fotoğrafın ne olduğunu bilmek için gereken kültürel altyapı yoktu. Hayatında resim sanatına, edebiyata ilgi duymamış ya da o şansı olmamış birini tutup, mesela bir Bresson sergisine götürürseniz, “ne var bunda? Ben de çekerim” demesi mümkündür. Bir fotoğrafın estetik açıdan başarılı olup olmadığını değerlendirirken sık yapılan hatalardan biri de, adeta kız / erkek veya mekan seçer gibi, fotoğrafın değil, konusunun beğenilmesine göre tavır alınması. Estetik sözcüğü, fotoğrafla az ya da çok ilgilenenlerin bir fotoğrafı değerlendirirken kullandığı kriterlerden biri olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Onun ne olduğunu tanımlamaksa, sanıldığından daha zor bir iş. Estetik sözcüğüyle genel olarak, kişisel beğeni kastediliyor. “Zevk meselesi” gibi, basmakalıp düşüncelerle temellendirilen bu yaklaşım, fotoğrafseverin beğenisini ya da beğenmemesini, olası eleştirilere karşı savunmanın gerekçesi oluyor. Olayın teknik ve kompozisyon yanlarını bir yana bırakalım, yaratıcılık ve özgünlükten nasibini almamış, kitsch görüntülere övgüler yağdırmanın yolu da böylece açılmış oluyor. Eh, bu durumda kim tutar günbatımlarını, cetvelle ölçülmüş kompozisyonları? Bir fotoğrafı izleyen kişinin hissettiklerini, bir iletişim ilişkisi olarak düşünürsek, mesajın kendisi kadar, mesajı alandaki etkisi de önemli. Bu etkiyi belirleyen de, kişinin duygu ve düşünce dünyasını oluşturan kişilik, birikim, değer yargıları, deneyimler, hayattaki duruş v.b. olsa gerek. Fotoğraf bize çağrışımlar ve sezgileryoluyla konu, teknik ve kompozisyon özelliklerinin ötesinde mesajlar aktarır. Bunun bizde yaratacağı etki, yukarıda saydığım kişisel özelliklere bağlı. İş, fotoğrafın izleyende yarattığı çağrışımlara gelince, kişiselleşiyor. Kendimize özgü olan, değer verdiğimiz düşünceler, duygular, konular, hastalıklarımız, anılarımız, hayata bakışımız v.s. de seçimlerimizi, bir şeyi beğenip beğenmememizi etkileyebilir. Başkalarının çok beğendiği askeri geçit töreni fotoğrafı, bende olumsuz çağrışımlar yaratıyor, mesela. Peki, kişisel ne kadar kişiseldir? Estetik beğenilerimiz oluşurken etkilendiğimiz araçların bir kısmı yalnızca bizi değil, çoğunluğu etkilediğinden, beğenilerimizin o kadar da kişisel olduğu söylenemez. Her ne kadar tam anlamıyla bir standartlaşma olmasa bile, çoğunluğun benzer zevklere sahip olması, bu beğenilerin de dönemsel olarak değişiyor olması tesadüf değil. Malûm, sürekli bize sunulan değerlerle beynimiz yıkanıyor. Neyi güzel, kimi çekici bulacağımızı medya belirliyor. Aslında estetik üzerinden bir nevi faşizm yapılıyor, çünkü mankenlere benzemeyen herkes, yüzü simetrik olmayanlar, kilolular, genç yaşlarını geride bırakanlar ‘çekici değil’ ilan edilirken, standartlara uyan bir azınlık, üstün ırk gibi görülüyor. Bu saldırıdan ancak kendi değerler sistemimizi oluşturma becerimiz ölçüsünde korunabiliriz. İletişim çağında, böyle top yekun bir saldırıdan tam anlamıyla korunmak elbette kolay değil. Holywood filmleri izleye izleye, eskiden severek izlediğim bazı Avrupa sineması örneklerini izleyemez hale geldim. Tarkovski’yi filan tamamen unutmak lazım. Neyse ki son zamanlarda Holywood filmlerinin çoğu çekilmez hale geldi. Saldırgan ideoloji, tükenmeye estetiğinden başladı belki de. Buna karşın, yine de kişisel olan bir yanı da var beğenilerimizin. Sadece kompozisyonu ve tekniği mükemmel diye bir fotoğrafı sevemem; ruhu da olmasını beklerim. Ruhu nasıl algılarız? Ne zaman vardır? Ne zaman yoktur? Fotoğrafın belirgin bir atmosferi (üslubu) varsa, fotoğrafçının ruh halini (melankolik, coşkulu, sakin, endişeli…) aktarıyorsa, bundan etkileniyorum. Fotoğraf, bir kişilik ediniyor ve yeni birini tanımak nasıl ilgimi çekerse, onun duygularını, mesajlarını bilmek istersem, fotoğrafı da öyle okumaya çalışıyorum. Bu fotoğrafı görüp okumakla, kendimin kılmakla, zenginleşiyorum. Buraya kadar, belirli bir göz eğitimi ve duyarlılığa sahip olan herkes için ortak bir dilden söz edilebilir.