Recep Demircan / Diriliş Postası

Avrupa’da Türkiye karşıtlığı giderek artıyor. Son olarak hem Hollanda’nın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının inişine izin vermemesi hem de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın kendi ülke toprağımız sayılan Türkiye’nin Rotterdam Konsolosluğu’na girişine müsaade edilmemesi sonrası dört kıtada at süren Türklere yönelik atlarla müdahalesi bardağı taşıran son damla oldu.

İlk kriz 16 Nisan’da Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve yeni Anayasa’ya yönelik referandumunun yurtdışı çalışmaları kapsamında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Almanya'nın Gaggenau kentinde katılacağı ve konuşma yapacağı toplantının iptal edilmesiyle başladı. Bunu takip eden süreçte demokratik haklar çerçevesinde yurt dışında bulunan Türk kökenli vatandaşlarla buluşmak istenen Türkiye’nin önü bu kez Hollanda tarafından kesildi.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’nin OHAL ilan etmesine tepki gösteren AB, Hollanda’nın skandal tavrı sonucu ilan edilen OHAL’i görmezden geldi. Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb’in olayların yaşandığı gece güvenlik güçlerine ‘vur emri’ verdiğini belirten ifadesi ise çok tartışıldı.

12 Ocak’ta Kocaeli’de düzenlenen toplu açılış törenine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hollanda’nın tutumuna ilişkin olarak “Hollanda'da yaşanan hadise, diplomasinin, uluslararası hukukun, teamüllerin, nezaketin ayaklar altına alınmasıdır. Avrupa'dan ses çıkıyor mu? Çıkmıyor. Niye? Bunlar birbirini ısırmaz, ısırmaz, aynıdırlar.” dedi.

Hollanda ve Almanya krizlerinin etkileri devam ederken İsviçre de kapılarını Türk diplomatlara kapattı ve Bilck Gazetesi 16 Nisan’da yapılacak referandum için Türkçe olarak ‘hayır’ çağrısında bulundu.

23 Haziran 2016’da İngiltere’nin “AB’ye tamam” dediği Brexit öncesi Suriye’de yaşanan iç kriz sonrası ortaya çıkan muhacir sorunu üzerinden Türkiye’ye yönelik AB’den ayrılma taraftarlarının “Türkiye’nin yakında AB’ye üye olmasıyla, Türkiye vatandaşlarının ulusal güvenliğe tehdit oluşturacağını” öne sürmesi ve İngiltere eski Başbakanı David Cameron’ın “Mevcut hızıyla Türkiye’nin üyeliği 3000 yılını bulur.” açıklaması Batı’nın gerçek yüzünü gözler önüne sermişti.

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı ve Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Avrupa’nın Türkiye’yi Osmanlı’nın devamı olarak gördüğünü belirterek Batı için ‘Şark sorunu’nun devam ettiğinin altını çizdi.
           
Avrupa’da özellikle son 2 yılda Türkiye karşıtlığı giderek artıyor. Brexit’te İngiltere eski Başbakanı David Cameron “Mevcut hızıyla Türkiye’nin üyeliği 3000 yılını bulur.” ifadesi çok tartışılmıştı. Bu süreç nasıl değerlendirilimeli?

Bugün Batı’nın içerisindeki ayrışmanın kaçınılmaz olarak Türkiye’ye yansıması var. Batı, bu ayrışma sürecinde kendisine yeni bir ideolojik eksen oluşturmaya çalışıyor. Şu an AB’nin sahip olduğu değerler, bundan sonraki sürece hitap etmiyor. Soğuk Savaş dönemi mantığına ve hedeflerine göre yapılandırılmış olan AB, bir taraftan cazibesini kaybederken bir taraftanda güç kaybına uğramaktadır. Bu güç kaybıyla birlikte kendisine daha saldırgan bir politikatı benimsemektedir. Şu anki değerler ve politikasıyla AB’nin ‘ötekiler’ adını verdiği, başta Doğu olarak adlandırabileceğimiz blok ve Türkiye ile baş edebilmesi mümkün değil. Ayrıca kendi kamuoyunu harekete geçirebilecek ideolojiye sahip değil. Bundan dolayı Avrupa ulus-devletleşme sürecinde faşizme yöneliyor. Faşizme yönelmesinin altında birinci sebep olarak yeni bir güç mücadelesine hazırlık ve bu bağlamda yeni uluslararası sistemin beraberinde getirdiği güçlü devlet, lider anlayışınayönelik kaymanın başlamasıdır. İkincisi de kendi kamuoylarını harekete geçirecek bir motivasyondur. Bu sebeplerden ötürü şimdilik Türkiye başta olmak üzere Avrupalı veya Hıristiyan olmayan birçok kesim hedefte. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’nin yükselmesinin nedeni; eski ideolojileri olan faşizmi hızlı bir şekilde dinamik hale getirmek için bir ötekiye duydukları ihtiyaçtır. Hem ihtiyaçlarını giderme hem de Türiye gibi kendilerine rakip olarak algıladıkları ülkelerin önünü kesmek için bu tavırlarını daha sert bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Batı’nın kendi içerisindeki bölünme ve çatışma aynı zamanda Batı açısından Türkiye’yi paylaşılamayan bir aktör olarak da ön plana çıkarmaktadır.

Türkiye düşmanlığı Brexit’ten itibaren mi başladı?

Batı’da Türk düşmanlığı Haçlı Seferleri’nden itibaren var. AB’ye baktığımızda da Türkiye’ye yönelik tarihsel hafızasında ve algılarında değişen bir şey yok. Var olan hadise ise Brexit ile İngiltere AB’den yollarını ayırdı. Artık çok kutuplu dünyada ben de varım demeye başladı. Bundan dolayıda AB sürecinde olan bir Türkiye, İngiltere’nin işine gelmiyor. Avrupa’da başlayanTürkiye düşmanlığı en fazla Anglosakson İttifakı’nın (ABD-İngiltere) işine geliyor. Haçlı Seferleri ile başlayan ve Batı’nın ‘Doğu sorunu’ olarak adlandırdığı problem devam ediyor. Türklerin Anadolu’ya girişi ve Bizans’a karşı varlığıyla Avrupa kendisi açısından ‘Şark sorunu’nu başlatmıştır. ‘Şark sorunu’nun ciddi anlamda zirve yaptığı nokta ise Haçlı Seferleri’dir. Bugün geldiğimiz noktada da Avrupa’daki devletlerin ortak bir refleks veya irade içerisinde tutum sergilemesinde Türkiye’yi halen kendileri açısından bir ‘Şark sorunu’ olarak görmeleri ve tarihsel hafızalarına başvurarak Türkiye’ye karşı Haçlı refleksiyle hareket etmeleri yatıyor.

“Türkiye, Batı’nın ‘güvenlik sigortası’dır”

Türkiye, Batı’nın güvenlik sigortasıdır fakat bu hamleleriyle Avrupa, sigortasını kaybetmek üzeredir. Batı, Türkiye’yi kaybederse ciddi anlamda bir güvenlik sorunuyla karşılaşacaktır. Türkiye, Batı güvenliği açısından ‘güvenli bir alan’dı. Bugün bu yapılan hamlelerle Batı, kendi ayağına sıkmıştır. Bu yüzden belli kesimlerden ‘hata ediyoruz, Türkiye’yi kaybetmemeliyiz’ şeklinde mesajlar geliyor. Halen Batı içerisinde sağduyulu bir kesim var. Şuan Batı’daki iç kavga sağduyulu kesim ile Haçlı reflekslerinin çatışması olarak adlandırılabilir.

4 Eylül 2016’da Almanya’da terör örgütü PKK’nın sözde liderlerinden Cemal Bayık’ın açıklamalarına izin verilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telekonferans bağlantısına izin verilmemiş, sonraki süreçte 15 Temmuz darbe girişimine ‘Batı’ mesafeli bir yaklaşım sergileyerek ‘darbe’ ifadesini ağzına almamıştı. Hollanda ve Almanya’da 16 Nisan’daki referandumun yurt dışı çalışmaları kapsamında yaşanan diplomatik krizleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye-AB ilişkileri en temelden tek taraflı bir ilişkidir. Bugün Avrupa bütün argümanları kendi tekelinde tutmak istiyor. Hollanda seçim sürecindeyken oradaki mevcut hükümetin, muhalefet partisi karşısında muhalif söylemleri kullanması hoş görülebilmektedir. Gerekçe ne olursa olsun orada iktidar partisi, muhalefetin kullandığı ‘ırkçı’ ve ‘İslamofobik’ söylemleri kullanarak onların konumuna düştü. Muhalefetten hiçbir farkları kalmamıştır ve Avrupa bunu görmezden gelmektedir. 15 Temmuz’da demokrasiye ve milli iradeye yönelik katliam girişimi söz konusu olmuştur ama Avrupa burada üç maymunları oynamıştır. Hollanda, Türk diplomatlara yönelik tutumunu eleştiren Türkler’e yönelik atları ve köpekleriyle orantısız güç kullandığı için Avrupa tarafından Hollanda’ya karşı OHAL uygulanmalı. AB birçok şeyi birbirine karşıtırarak Türkiye’de olan olayları bir ‘tiyatro’ya benzetirken, Hollanda’da olanları ise seçim gereği olarak yorumluyorlar.

AB-Türkiye ilişkileri nereye sürüklenir?

Türkiye-AB ilişkileri artık bir karar aşamasına girmiştir. Sorunların konjöktürel olmadığı yapısal bir mahiyette olduğu anlaşılmıştır. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin birlik üyeliği şeklinde bundan sonrasında dikiş tutuması mümkün değildir. AB’yi bilmeyiz ama Türk kamuoyu nezdinde AB hikâyesi sona ermiştir.

Batı neden Türkiye karşıtlığını gözler önüne serme gereği duydu?

Batı’nın tutumunu gözler önünde sermesinin altında Türkiye’nin kontrolden çıkması yatıyor. Arap Baharı ile Avrupa, bölgede çıkarttığı krizi kontrol edemezken, buna paralelel olarak Türkiye’yi de günah keçisi ilan etme yoluna girdi. Suriye’de yaşanan iç karılıklıktan dolayı ortaya çıkan mülteciler konusunda Avrupa, herhangi bir bedel ödemeksizin bütün sorunu Türkiye’nin göğüslemesi için çalıştı. Bu durumun uzun süreli olmaması nedeniyle AB, en ufak sorunları büyütme noktasına gitti. Diğer bir hususla şu anki durum Sykes-Picot’ın 100. yılında Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi ve yeniden şekillenen Ortadoğu’la birlikte yeni sistemle kimlerin güç olacağıyla ilgilidir. Şuan ki kriz ortamı Türkiye’nin, Türk-İslam coğrafyasının önünü açmış durumda. Türkiye, burada tek başına bir güç olarak çıkma niyetinde. Türkiye’nin, Türk-İslam coğrafyasını yeniden bir güç merkezi haline getirme noktasındaki adımları ve bu bağlamda güçlü bir İstanbul inşaası her fırsatta sekteye uğratılmak isteniyor. Şu anki kavganın nedeni bundan ibarettir…