20. yüzyıla kadar kendi bağımsız devletlerine sahip olan Moro Müslümanları, 1898'de Amerikalılara, ardından 1946'da Filipinlilere karşı özgürlüklerini kaybettiler. ‘Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin’ yıllar süren mücadelesi neticesinde özerklik yolunda büyük bir başarı kaydeden Morolular, bugün kendi özerk bölge meclislerinin açılış oturumunu gerçekleştiriyorlar. 2018’de yapılan referandum neticesinde Bangsomoro Temel Yasası kabul edilmiş, Morolular kendi özerk idarelerine çok yaklaşmıştı. Morolular için hayati öneme sahip bu önemli günün öncesinde Moro halkının mücadelesini ve tarihsel serüvenini konuşmak için süreci yakından takip eden hatta bizzat içinde bulunan İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Öncelikle siz hangi vasıfla süreci takip ettiniz?

Moro Müslümanları ile Filipinler hükümeti arasında daha önce başlamış müzakereler vardı. Ancak bu müzakerelerde alınan kararlar uygulanmadığında, her iki taraf da anlaşmayı diğerinin ihlal ettiğini ve alınan kararları hayata geçirmediğini iddia ediyordu. Bu sebeple hem Moro İslami Kurtuluş Cephesi hem de Filipinler hükümeti bağımsız bir izleme heyetinin kurulmasını istedi. Biz de bu gözleme/izleme heyetinin üyesi olarak sürece dahil olduk.

Bu izleme heyetine dahil olan yabancılar barışa nasıl katkı verebilirler? Her iki tarafı da dinlemek istediler. Bu heyete en fazla katılım gösterenler Afganlar oldu; bizim dahil olmamızı da onlar istediler. Bir de Malezya var. Malezya zaten ana arabulucu devlet. Barış sürecinde Türkiye, Japonya, Endonezya, İngiltere ve Suudi Arabistan Uluslararası Kontak Grup üyeleri olarak bulundular. 1970’li yıllarda Libya ve İslam İşbirliği Teşkilatı da aktif olmuş.

Peki, sizin İHH olarak Moro Müslümanlarıyla ilk etkileşiminiz nasıl oldu?

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Bunu şu an sizinle röportaj yaptığım için söylemiyorum ama Türkiye’de Moro’yu gündeme Anadolu Ajansı (AA) getiriyor ve takip ediyor. Allah razı olsun; bu konuda hem kendim hem Moro’dakiler adına AA’ya teşekkür etmek istiyorum. Üstelik AA bölgeye yakın olan diğer ajanslardan bile daha fazla takip etti süreci ve farklı dillerde yayınlar yaptı.

İHH niye sürece nasıl dahil oldu sorusuna gelecek olursak; İHH ilk Filipinler ziyaretini 1996’da yaptı. İHH Bosna savaşı yıllarında kurulmuş bir organizasyon. 1992’de çalışmaya başlayan bir yapı; kurulduktan 4 yıl sonra da Moro Müslümanlarının yanına gidildi. Bu bağlantımızı da hiç kaybetmedik. Ondan sonraki dönemde de sürekli gidildi; oralarda yardım çalışmalarını devam edildi. Tabii orada savaş ile barış hep yan yana gitti. Barış görüşmeleri devam ederken de savaşlar oldu. Bir grup savaşırken diğer grup barış müzakerelerine devam etti.

Biz ilk gidişimizden itibaren Moro İslami Kurtuluş Cephesi'ne yakın sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmalarımızı yürütüyorduk. 2010 yılında, bir önceki devlet başkanı Benigno Aquino seçilir seçilmez, Moro İslami Kurtuluş Cephesi lideri Hacı Murat İbrahim ile Tokyo’da ilk toplantıyı yaptı. Bu toplantıyla, o güne kadar inişli çıkışlı olan barış sürecinin yeniden canlandırılmasında anlaştılar ve artık geri dönülmeyecek bir barışın ilk adımını da attılar. 2010’da müzakereler yeniden hızlandı. Bu barış görüşmelerinin de Filipinler dışında olmasına karar verildi ve görüşmelere Malezya ev sahipliği yaptı. Malezya toplantıları başladığında, Cephe anlaşmaların yerine getirilip getirilmediğini gözlemlemekle muvazzaf, dışarıdan, bağımsız bir izleme heyeti oluşturulmasını talep etmiş ve Third Party Monitoring Team (üçüncü taraf izleme heyeti [TPMT]) adında 5 kişilik bir heyet oluşturulmuştu. Heyetin iki üyesi Filipinlerden (biri Cepheyi, diğeri Filipinler hükümetini temsilen) iki uluslararası üye (yine biri Cephe, diğeri Filipinler hükümetini temsilen) ve bir de başkan Alistair MacDonald (Filipinler’in AB nezdindeki eski büyükelçisi) seçildi. İşte bu heyete de iki gözlemci STK eklendi. Filipinler hükümeti ABD merkezli Asya Vakfı’nı teklif ederken Moro İslami Kurtuluş Cephesi de İHH’nın olmasını teklif etti ve her iki tarafın da kabul ettiği bu heyetler ilk toplantısını 2013 yılında yapmaya başladı. Bu beş kişilik heyet, bağımsız gözlemciler olarak iki ayda bir toplandı ve bu heyete barış sürecinin bütün noktalarına ulaşma hakkı verildi. Filipinler devlet başkanı, Moro İslami Kurtuluş Cephesi liderleri ve onların altındaki herkesle görüşme yetkisi verildi. Bu görüşmeler neticesinde her toplantının sonunda iki taraf için hazırlanmış birer rapor gönderildi. Biz de İHH olarak 2013’ten bu yana, çerçevesini çizdiğim bu sorumluluklar dahilinde, her 2 ayda bir Filipinler’e yolculuk ediyoruz; orada bu toplantıları yapıp görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

Referandum teröre kurban edilmedi

Referanduma doğru ve sonrasında provokasyon amaçlı eylemler meydana geldi. Geçtiğimiz haftalarda Sulu’da bir kilise bombalandı ve saldırıyı DEAŞ üstlendi. En son Manila’da patlamalar oldu. Onlarca kişinin hayatını kaybettiği bu bombalamaları DEAŞ bağlantılı gruplar üstlendi. Sürecin devamı için neler söyleyeceksiniz?

Bir önceki Devlet Başkanı Aqino çok güçlü bir liderdi ve bugünkü barışın da aslında sahibi odur. 2015’te barış anlaşması imzalanıyor ve her şey bitti derken, referandum yapılmadan çok kısa bir süre önce, mecliste bu anlaşma görüşülürken, Mamasapano bölgesindeki yanlış bir operasyonda kırk dört özel kuvvetler askeri öldürüldü, yirmi mücahit şehit oldu ve on sivil hayatını kaybetti. Atmosfer tamamen değişti ve bundan dört yıl önce yapılması gereken referandum, Aqino’nun süreci iyi idare edememesi sebebiyle yapılamadı. Şimdiki Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ise seçilmeden önce Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin merkez kampı Darapanan’ı ziyaret etti ve orada (geçtiğimiz günlerde vefat eden) Gazali Cafer ile, yani hareketin iki numarasıyla görüştü. Duterte henüz devlet başkanı değilken de bu barışın olması gerektiğinin altını çizdi ve “Seçildiğimde barışı sağlayacağım” dedi. Nitekim Mamasapano’daki benzer (hatta daha büyük) çatışmalar Duterte zamanında da oldu. Maravi’de DAEŞ işgali ortaya çıktı, şehir boşaldı, çok sayıda insan hayatını kaybetti ve dört yüz bine yakın insan evlerinden çıkmak zorunda kaldı. Şehir merkezi de bombalamalarla tamamen kullanılamaz hale geldi. Ama Duterte, Aqino gibi yapmadı ve net bir şekilde “Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle DAEŞ aynı şeyler değildir. Bu birilerinin bize yaptığı bir oyundur. Biz bu bölgedeki Müslümanlarla beraber bu oyunu bozacağız; Moro İslami Kurtuluş Cephesi’yle yan yanayız” dedi. Nitekim Moro İslami Kurtuluş Cephesi de özellikle şehrin içinde sıkışanların kurtarılmasında hükümet güçleriyle birlikte hareket etti. Süreç böylelikle iyi idare edildi ve bugünkü barış sağlanabildi.

Yani Filipinler devleti provokasyonlara gelmedi. Moro İslami Kurtuluş Cephesi ile DEAŞ’ı birbirinden ayırmayı başardı. Birinin yaptığı yanlışı diğerine yüklemiyor ve bu durum halk nezdinde de böyle.

"Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır"

Morolular hukuki olarak ne kazanacak bu özerklikle?

Zaten biraz önce andığımız, 1996’da tesis edilmiş bir özerklik vardı. Ancak Moro Müslümanlarının talepleri yerine getirilmedi ve pratik olarak hayatta hiçbir şey değişmedi; hatta daha kötüye gittiği yerler bile oldu. Bugünkü anlaşmada ise en önemli kazanımlar kimlikle alakalı kazanımlar oldu. Bangsamoro ismi çok önemliydi ve devlet şunu kabul etti: Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır. Bu bölgede önce İspanyollar, sonra Amerikalılar, şimdi de Filipinler devleti olarak biz Moro Müslümanlarının haklarına girdik. Bu toprakların Moro toprakları olduğunu teyit ediyoruz ve buranın sınırları olacak; bir bayrağınız, ambleminiz, meclisiniz olacak ve bu meclis Bangsamoro’daki bütün milletleri temsil edecek.

Filipinler üniter bir başkanlık sistemiyle idare ediliyor. Şimdi Moro özerk bir bölge olarak kendi meclisini oluşturacak; meclisin içinden bir hükümet kurulacak, başbakan olacak, on beş bakan olacak ve Bangsamoro’yu bu meclis idare edecek. Moro’ya baktığımızda homojen bir toplum gibi görünüyor ama Moro’da on üç çeşit millet var. Bunlar değişik dilleri konuşuyorlar, değişik kültürleri var. İşin ilginç yanı, tarihsel olarak Moro toprakları üzerinde genellikle birden fazla devlet buluşmuş. Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin en büyük başarılarından biri Moroluları bir üst kimlikle, bir Müslüman kimliğiyle bir araya getirmek oldu. Bu alt kimliklerin tamamı da mecliste temsil edilecekler.

Hukukî anlamda bir başka kazanım ise artık şeriat mahkemelerinin kurulacak olması. Şer’i mahkemeler ilk dereceden anayasa mahkemesi seviyesine kadar devam eden silsile içinde kurulacak; hakimler şeriat hakimleri olacak ve onlardan belli özellikler elbette istenecek. Uyuşmazlık Müslümanların arasındaysa bu şeriat mahkemelerinde görülecek; eğer taraflardan biri Hristiyan ise normal Filipinler mahkemelerinde görülecek.

Ekonomik olarak neler kazanacaklar?

Elli yıldır devam eden mücadele sebebiyle bölge çok geri kaldı. İnsanların en çok beklediği şey, barış anlaşması kapsamında, daha önce hiçbir özerk bölgeye verilmeyen imkanların Moro’ya verilecek olması. Filipinler devlet bütçesinde toplanan paranın yüzde 5’i her bütçe yılı başında otomatik olarak Bangsamoro hükümetine verilecek. Bugünkü rakamlarla karşılaştırdığımızda anlamak daha kolay olur: Mevcut durumda otonom bölgenin bütçesi yaklaşık 30 milyar Peso ve bundan sonra genel bütçeden yüzde 5’lik payın gelmesiyle Bangsamoro’nun bütçesi 65 milyar Peso olacak. Ayrıca bu bölgeden toplanan vergilerin yüzde 75’i yine bu bölgede kullanılacak ve bu vergiler Bangsamoro hükümetinin inisiyatifinde olacak. Doğal kaynakların tamamı yine bu hükümetin inisiyatifinde olacak. Uranyum ve petrol türevleri yarı yarıya paylaşılacak. Tüm bunlara ek olarak, her yıl 10 milyar Peso, Bangsamoro’nun geri kalmışlığını gidermek için ek olarak verilecek.

Bir de sağlanan her anlaşmada olduğu gibi, savaşanların bundan sonraki durumu var. Cephede savaşanların bir kısmının polis olacağı söyleniyor. Bir karara varıldı mı?

Polisle ilgili konu, anlaşmalarda dondurulan konulardan biri oldu. Barış anlaşması kanunlaştığında meclis, Bangsamoro polisi kısmını geçirmedi ve Duterte de süreci durdurmak yerine “bunu ayıralım; önce kabul edilen kısmını geçirelim, polisi ayrıca çözelim” diye cepheyle bir anlaşma yaptı. Zaten anlaşmaya göre, mücahitlerin otomatik olarak polis ve asker olması söz konusu değil. Moro İslami Kurtuluş Cephesi de bunu çok sağlıklı bulmuyor; asker olarak devam etmeleri yerine, sivil hayata dönüp onun içinde kalmasını istiyor.

Referandumda adanın ortasında kalan ama özerkliğe karşı olan kasabalar, şehirler çıktı. Onların bundan sonraki statüleri ne olacak?

Referandum üç aşamada gerçekleştirildi. İlk aşamada mevcut otonom bölgelere 'Otonom Bangsamoro olmak istiyor musunuz?' diye soruldu; mevcut olanın tamamı bir bütün olarak, yüzde 85 oranında 'evet' dedi. 2001’de yapılan referandumda iki büyük şehir Kotabato ve İsabella, hayır demişlerdi ve bu şehirler Moro’nun tam ortasındalar. 2001 referandumu yapıldığında, bu şehirlerde Hristiyanların oranı yüzde 60’lardaymış. Fakat barış yeniden yaklaştıkça Hristiyanların bir kısmı bölgeden giderken, Müslümanlar da geri dönmeye başladı. Moro İslami Kurtuluş Cephesi de iyi bir kampanya yürüttü ve yüzde 60 civarında evet oyu çıktı ve bu sayede Kotabato kazanıldı. Diğer bir büyük şehir olan İsabella’da da benzer bir durum vardı. Buranın Müslüman belediye başkanı da Hristiyanların hayır kampanyasına destek verdi; çünkü evet çıkarsa artık kendisinin belediye başkanı olamayacağını biliyordu. Nitekim İsabella’da hayır oyları daha yüksek çıktı ve burası Bangsamoro’ya katılmadı.

Üçüncü referandum ise daha önceki dönemlerde “evet” dediği halde dışarda kalan yerler için yapıldı. Kuzey Lanao’da altı büyük kasaba, Kuzey Kotabato’da otuz dokuz belde ve diğer bazı bölgelerle birlikte toplam altmış yedi bölgede daha referandum yapıldı ve bunların atmış üçü evet dediler ve Bangsamoro’ya dahil oldular. Fakat Kuzey Lanao’da bölge genelinde yapılan referandumda bu altı bölgenin Bangsamoro’ya katılmasına izin verilmeyince Bangsamoro’ya dahil olamadılar. Yani orada iki aşamalı bir referandum vardı; sadece gitmek isteyenlere değil herkese sorulmuştu.

'Esenlikler Yurdu' sömürgeciliğe karşı bir dik duruş

Filipinler Devlet Başkanı Duterte’nin ülkesinin ismini 'Maharlika' olarak değiştirme fikrini nasıl buluyorsunuz? Filipinliler Malay olduklarını ve İspanyolların sömürge yönetimi sırasında kendilerine verdiği bu ismi artık kullanmak istemediklerini söylediler.

Duterte’nin seçim vaatlerinden biriydi bu. Duterte devlet başkanı olmadan önce Davao ve Mindanao adasında tanınıyordu; ancak Filipinler genelinde çok bilinen bir siyasetçi değildi. Duterte milliyetçi duyguları ön plana çıkararak devlet başkanı seçildi. “Biz bu bölgenin insanıyız; bu topraklar bizim topraklarımız” diyerek, sol söylemlerle ve ABD karşıtlığı içeren bir kampanyayla geldi. Kendi belediye başkanı olduğu Davao şehrinde uyuşturucu ve yolsuzlukla mücadelesine devam edeceğini belirtti. Duterte seçimleri böyle kazandı. Kampanyası sırasında 'Maharlika' meselesini de dile getirmişti. 'Filipinler' ismi sömürgeci bir isim. Macellan bölgeye İspanya Kralı Philip adına geliyor ve bu toprakların işgali onun adına yapılıyor. Bu sebeple de 'Philip’in toprakları' anlamına gelen 'Filipinler' ismi veriliyor. 'Filipinler' işgali, sömürgeciliği hatırlatan bir isim olduğu için, Filipinler'de yaşayanların tamamını rencide eden bir isim.

Moro Müslümanları da kendilerini Malay asıllı kabul ettikleri için, bu isim değişikliği onlar açısından da bir sorun teşkil etmiyor olmalı, o zaman.

Bölgenin genel ismi zaten Maharlika, yani Malayca “esenlikler yurdu”. Aslında çok uygun isimlerden biri bu. Filipinler’den çok daha iyi bir isim.

Böyle bir isim değişikliğine Müslümanlar da 'evet' der, olumlu karşılar bence. İsabella şehrinin durumu da buna benzer. İsabella, İspanya Kralı’nın kızının adı ve prensesin namına şehre İsabella adı konulmuş. Buna karşın Maharlika ise “esenlik yurdu” demek. İspanyalılar ülkeye geldiği zaman Müslümanların devletleri var ve kendi bölgelerinde idaredeler. Diğer kalabalık nüfuslar, yerli dinlere inanan var; fakat bu yerlilerin herhangi bir devlet yapıları yok. Manila bile bir Müslüman tarafından, Raja Süleyman tarafından idare ediliyor. İspanyollar aslında hem sömürgecilik hem de misyonerlik çalışmaları yapmış ve bu yerli dinlere inananları hızlı şekilde Hristiyanlaştırıp Katolikleştirmişler. Bu din ortaklığı, yerlilerin Filipinler ismine tepki göstermelerinin önüne geçmiş. Ancak bugün Filipinlilerle her oturduğunuzda, bu adın onları rahatsız ettiğine şahit oluyorsunuz. O sebeple Maharlika adı milliyetçi hissiyatları sıcak tutacak ve Duterte’yi güçlendirecek bir şey.

"Moro müslümanlarının soykırımını Osmanlı önledi"

Açe’nin Osmanlı’yla üst düzey ilişkileri olmuş. Açe’ye yakın sayılabilecek bir coğrafya olan Moro’da Osmanlılarla bir etkileşim olmuş mu, o topraklarda Osmanlı’ya bakış nasıl?

Cevap: Osmanlı’nın bütün bu bölgelerle iletişimi olmuş. Açe kadar kuvvetli olmamış ama bir ilişki var aralarında. Benzer talepler Moro Müslümanlarından da gelmiş; fakat buraya Açe’ye yollandığı gibi bir donanma gönderilmemiş, o günkü imkanlar sebebiyle. Daha evvel Moro’ya yaptığımız bir ziyaret sırasında, tarihçi bir hocamız özel bir çalışma başlattı. Osmanlı arşivlerinde Moro ile ilişkileri ortaya koyan epey bir evrak buldu. Hatta bu evraklardan biri, çok önemli bir münasebeti ortaya koyuyor.

İspanyollar döneminde Filipinlerde çok büyük katliamlar yaşamadı, Morolular. İspanyollar daha çok yerlilerin olduğu bölgelerde hakimiyet kurdular. Müslümanlar orada varlıklarını hâlâ devlet olarak devam ettirdiler. Fakat 1898’de bölge İspanyollardan Amerikalıların eline geçtiğinde çok büyük katliamlar yaşandı. Duterte’nin söylemiyle, Amerikalılar tarafından 5 milyon Müslüman öldürüldü. O dönem Osmanlının çok önemli bir diplomatik girişimi oluyor. Osmanlı, ABD ile Moro Müslümanları arasında bir sulh ilan edilmesini sağlıyor. Bu sayede daha büyük katliamların önüne geçiliyor. Yani Moro müslümanlarının soykırımını Osmanlı önledi. Eğer Osmanlı’nın bu girişimi olmasaydı, benim anladığıma göre, Kızılderililerin başına ne geldiyse, Moro Müslümanlarının başına da benzer şeyler gelecekti.