Rus Büyükelçi Andrey Karlov'un öldürülmesine yönelik tartışmalar devam ediyor. Gerçekleşen saldırının Rusya'nın Ortadoğu'daki olaylarda hakimiyetini artırdığı, ABD'nin ise pasif bir süreç yaşadığı dönemde gelmesi okların yönünü iki süper güç arasındaki güç rekabetine çevirdi. Putin, 4 Aralık'ta bir televiyon kanalına verdiği röportajda "Tek kutuplu bir dünya kurma girişimleri çöktü. Durum değişiyor ve küresel denge yeniden oluşmaya başlıyor" açıklaması, Rusya'nın Ortadoğu'da varlığını artıracağına yönelik bir işaret olarak yorumlanmıştı.

Rusya'nın 'sıcak denizlere inme' arzusunu gerçekleştiridiğini ifade eden Yeni Şafak Gazetesi yazarı Süleyman Seyfi Öğün, bugünkü köşesinde kaleme aldığı "Sûikast ve sonrası" başlıklı yazısında Rusya konusunda ABD'nin sıkıntıntı yaşadığını ve Rus yayılmacılığının ciddi bir boyuta ulaştığını belirtirken "Atlantik Blokunun Türkiye'yi yeniden kazanmak adına artık kesin bir karar alması vakti gelmiş demektir. Türkiye'yi kazanmasının da bizler açısından ağır mâliyetleri olabilir" dedi. 

İşte Öğün'ün yazısından satır başları: 

Moskova'daki “Üçlü” toplantının hemen öncesinde yaşanan Ankara'daki menfur sûikastın çok önemli neticeleri olacağını kestirebiliriz. Bunlara bir bakalım…
Son gelişmeler gösterdi ki Rusya'nın Ortadoğu'daki varlığı Sûriye ile sınırlı değil. Rusya, Irak ve İran içlerinde de askerî kapasitesini arttırıcı adımlar atıyor. Doğu Akdeniz'deki donanma gücü de Rusya'nın bu konumunu alabildiğine güçlü hâle getiriyor. Bu meyanda Türkiye ile yakınlaşması tabloyu tamamlıyor. Tabloyu bütünlüklü bir okumaya tâbi tuttuğumuzda görüyoruz ki Rusya artık bu bölgede, târihinde olmadığı kadar etkin bir konum sâhibidir. Bir bakıma Rusya'nın “târihsel iddiası” olan “sıcak denizlere kavuşma” arzusu ve doktrini bugün hayâta geçmiş durumda.

Bunu “Atlantik Bloku” açısından son derecede “negatif” bir gelişme olarak değerlendirebiliriz. Rusya, eğer birgün gerçekleşirse, Ortadoğu'nun yeni paylaşımında çok kuvvetli kartlara sâhip konumdadır. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün, gelişmelerin ABD'nin Ortadoğu'daki varlığını tehdit edip etmediğini soran bir gazeteciye; “Hayır; ABD dışlanmış değil; hâlâ oyunun içindedir” cevabı verdiğini okuduk. Bu soru ve cevap bile ABD'nin yaşadığı sıkıntıyı çok net gösteriyor. Demokratların vesâyet savaşlarıyla bölgedeki hâkimiyetini sürdürme siyâsetlerinin nasıl iflâs ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Atlantik Blokunun pısırık siyâsetleriyle; “yorulsun, yıpransın” kabilinden gözyumduğu Rus yayılmacılığı artık ciddî bir boyut kazanmış durumda. Atlantik Blokunun AB'yi Rusya'ya olan enerji bağımlılığını gidermek için attığı adımlar ters tepmiş gözüküyor. Üretim toplumu olmayı başaramayan; bu sebeple enerji alanındaki ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen Rusya'ya dönük her girişim bugüne kadar boşa çıkması bir yana; Rusya'yı ayrıca da güçlendirdi. Ukrayna'yı, Kafkasları karıştırdılar.

Neticede Rusya'nın Kırım ve adı öyle konmamış olsa da Doğu Ukrayna'yı işgâl etmesiyle sonuçlandı. Konulan ambargolar ise iç siyâsetleri îtibârıyla Putin'i güçlendirdi. Atlantik Bloku, tüketime alıştırdığı Rusların isyân edeceğini ve Putin'i devireceğini sandı. Tam tersi oldu; Rusları milliyetçi hislerde birleştirdi.
Pısırık Demokratların eksik savaşma arzusuna karşı Rusya tam bir savaş kararlılığı ile Batı'nın karşısına dikilmiş durumda. Âdeta Atlantik Blokunun aşındırıcı dolaylı girişimlere karşı “Mâdem öyle, haydi gelin bakalım” diyor. Diğer taraftan, Nixon ve Kissinger'ın 1970'lerde ustaca başardığı Çin-Rusya gerilimini büyüten ve ilişkileri kopartan doktrin ve siyâsetleri ise tasfiye edildi. Bu iki güç aralarındaki buzları eritti ve aralarına Hindistan'ı da katarak dişli bir Asya ittifâkı oluşturmayı başardı.

Seçim kampanyaları sırasında “Rusya ile işbirliği yapmayı” hedefleyen açıklamalarda bulunan Trump'ın bu gelişmeler karşısında ne yapacağını doğrusu çok merak ediyoruz. Gelişmeler Trump bu yoldaki niyetini ne kadar hayâta geçirecek, bilmiyoruz. Ama ihtimâllerden birisi, ABD'nin mevcut durumu kabûl edip Rusya ile anlaşmak yolunu açıyor. ABD'nin, Demokratların zaaflı siyâsetlerinin doğurduğu bir ortamda bu pazarlıktan büyük kazançlarla çıkacağını düşünemeyiz. Bırakalım herşeyi, bu pazarlık bile artık “Tek Kutuplu dünyâdan” eskisi kadar emin olamayacağımızı ortaya koyuyor. Putin'in “Tek Kutuplu Dünyâ bitmiştir” demesi boşuna değil. Sanki şunu söylüyor: “Ey ABD, kendine gel. Durumu kabûl et ve benimle pazarlığa otur”..

İkinci ihtimâl Trump'ın bu durumu kabûl etmemesi ve Rusya'nın kazanımlarını elinden almak için harekete geçmesidir. Kurduğu kabinenin asker ağırlıklı olması böyle bir ihtimâlin o kadar da uçuk olmadığına delâlet ediyor.

Gelelim sûikaste.. Bunun nihâi tahlilde Rusya'nın ağırlığını arttırıcı bir neticesi olduğu muhakkak. Menfur ve kalleş sûikastin ardında kimler olduğunu bilemiyoruz. Taşeronun ise mâlûm kirli yapı olduğu anlaşılıyor. Reelpolitik duygu kaldırmıyor. Evvelâ şunu kaydedelim ki, eğer Rusya da bu taşeronluğa iknâ olursa, bu kirli yapının işi bitmiş demektir. Ne yapıp edip en ağır karşılığını alacaklardır. Tabii ki işitip göremeyeceğiz ama Türk ve Rus İstihbâratının el ele vererek yapacakları operasyonlardan kurtuluşları olacağını sanmıyorum. Ama, bu meyanda, bu kirli yapının Rusya ile ABD arasında bir krize konu olması da, çok ihtimâl vermesem de, şaşırtıcı olmayacaktır.

'BATI'NIN TÜRKİYE'Yİ KAZANMASININ BİZLER AÇISINDAN AĞIR SONUÇLARI OLABİLİR'

Gelişmeler her açıdan Türkiye'yi derinden etkiliyor. Geçen yazıda daha teferruatlı ele almaya çalıştığım için tekrarlamayacağım. Şu kadarını söyleyelim: Eğer ABD Rusya ile anlaşma yolunda ise bunun muhtevasında Türkiye'nin yerinin ne olacağı belirlenecektir. Türkiye bu pazarlığa “irâde koymak” için gerekli adımları atmak zorunda. Eğer ikinci ihtimâl gelişirse; Atlantik Blokunun Türkiye'yi yeniden kazanmak adına artık kesin bir karar alması vakti gelmiş demektir. Türkiye'yi kazanmasının da bizler açısından ağır mâliyetleri olabilir. Anlayan anlamıştır: Burada da çok, ama çok dikkâtli olmak gerekiyor.