İşin acı tarafı Ak Parti iktidara geldikten sonra bu iğrenç zulüm devam etti. 2002 ile 2010 yılları arasında 5 bine yakın asker ordudan ihraç edildi veya istifa ettirildi. Erdoğan bu katliama imza atarken çevresindekileri avutmak için “şerh koyduk” demekle yetindi. Fakat bu işlemin şerh koyulmadan atılan kişilerle hiçbir farkı olmamıştır. Bu acımasız süreç nihayetinde orduda eşi başörtülü asker kalmayıncaya kadar devam etti.

İşin acı tarafı, Ak Parti hükümetleri bu zulme ortak oldukları halde daha sonra “biz iktidara geldikten sonra başörtüsü nedeni ile ordudan atılan kalmadı” diyerek; resmen bizimle alay ettiler. Fakat askeri vesayet nedeni ile bütün bu fenalıkları “darbe yapacak bu faşistler” ve “ “hükümet mecbur kalıyor” diyerek içimize attık. Hükümete bir de bizim yüzümüzden suçlama gelmesin diye; sesimizi çıkarmadık.

Peki, ne yaptık? Kanunlara uygun olarak haklarımızı aramaya çalıştık. Sivil toplum örgütleri kurup bunlar vasıtası ile hükümete baskı yaptık. Sonunda 2010 yılında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarının yargı denetimine alınmasını sağlayan referandumun yapılmasını sağladık. Referandum belki de bizim sayemizde kabul edildi.

Fakat hükümet vermiş olduğu sözlerin aksine olarak sayısı 10 bini bulan (5 bin kişiyi Ak Parti döneminden önce ordudan emekli etmişlerdi) bu mağdur kitleye haklarını kanunlara aykırı olarak vermedi. Hiçbir tazminat ödemedi. Hâlbuki Ergenekon ve FETÖ yüzünden soruşturma geçirip orduya dönenlere her türlü tazminat ödenmiştir.

Hükümet, 28 Şubat ve 12 Eylül mağdurlarından sadece benim gibi şanslı sayılabilecek 1200 kişinin sigorta primlerini ödeyerek bir parça nefes almamızı sağladı. Hiçbir tazminat ödemedi. Hala “ordudan disiplinsiz diye atılmış” insanlar olarak yaftalanıyoruz. Daha kötüsü mağdur edilen özellikle kararname ile atılan binlerce asker arkadaşımıza “zırnık” dahi vermedi.

Anayasa ve kanunlarımız “tek taraflı haksız fesih” yolu ile mağdur edilen binlerce asker kişiye tazminat verilmesini öngörmektedir. Bu durum Kamu Denetçiliği Kurumunun hükümete ve Meclis’e gönderdiği yazılarda açıkça belirtilmiştir.

Bir zamanlar “iktidara tek başımıza gelirsek bu zulmü durduracağız” diyen siyasetçiler vardı. Bu insanların sözlerinde duracağını umut etmiştik. Tam 19 yıldan beri tek başına iktidar yapmıştık. Sivil Toplum örgütleri ve vatandaş olarak her türlü desteği verdiğimiz halde ne yazık ki karşılığını göremedik.

Ak Parti Hükümetleri biz mağdur askerlere acımasızca davranmaya hala devam ediyor. Sanırım iş ruz-i mahşere kaldı. Çünkü o kadar baskı yapmamıza ve dilimizde tüy bitmesine rağmen hala mağduriyetlerin giderilmesi için tek bir adım atılmış değildir.

Fakaaat, iş Boğaziçi Üniversitesinde görevli devlet memurlarına gelince başka bir şekil alıyor. Onlar cici çocuklar. Bu anarşist cici memurlar; resmen Üniversitenin Rektörüne arkalarını dönerek saygısızlık yapıyorlar. Yetmedi anarşistleri okulun içine alarak ülkemizi kaos ortamına sürüklemeye çalışıyorlar.

Madem arkalarını dönüyorlar o halde “sen bu tutumunla devlet memuru olamazsın” diyerek basacaksın tekmeyi… Gitsin özel üniversitelerde veya çok beğendikleri Batı ülkelerinde çalışsınlar.

Kanunları ve nizamları tanımıyorsan sonucuna da katlanacaksın. Bu nedenle bu anarşist memurlara acınıp üniversiteden atıldıkları zaman gözyaşı dökülmez. Bunlara ağlayan gözsüz kalır.

Yazımın sonunda şu hususu belirtmek istiyorum. Biz denizciler geminin baş tarafına “pruva”, sağ tarafına “sancak”, sol tarafına “iskele” ve arka tarafına “kıç” deriz. Bu sözleri kullanmayan denizciler ayıplanırlar. Fakat hayatın içinde bu deyimleri kullandığımız zaman özellikle arka tarafa “kıç” dediğimiz zaman “argo kullanıyor” suçlaması ile karşılaşırız.

İşte bu nedenle arkasını dönenler için  “kıç tarafını” dönenler kelimesini kullanmıyorum. Hâlbuki denizciler böyle söylerler, vesselam…