Salat, savm, tevhid, nübüvvet gibi temel İslami kavramları bilmeyen insanların Müslüman olduklarından söz etmesi, kendisini kandırmaktan başka bir şey değildir.

Gayrimüslimler gibi yaşayıp ölen birisinin imanla dirilmesi mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki hadiste “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” (Aliyyülkârî, Mirkâtü'l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431) denilmektedir. Ruz-i mahşerde Allah’ın huzuruna vardığımızda nasıl yaşamış isek aynı şekilde diriltileceğimizi unutmamak lazımdır.

Bu konuda yani bazı dini terimlerin Arapça orijinalinden öğrenilmesinin zorluğuna dair sorulan “Biz Türk milletindeniz, Arapça bilmiyoruz; bu yüzden Kuran’ın lafızlarını Türkçeye tercüme edelim, yani ibadet dilimiz Türkçe olsun ki ibadetlerimizi rahatla yapalım…” suallere şu şekilde cevap vermek mümkündür:

Kuran lafızlarının ve Peygamber Aleyhissalatü Vesselamın tesbihatı ve lâfızları cansız bir elbise değil, adeta cesedin cildi gibi hayattardır. Çünkü bu lafızlar zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi lafızlar mübarektir. Alem ve sembol ise değiştirilmez!

Hem Sübhânallah diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar söz kafidir.

İşte cilt hükmündeki lâfızlar kâfi gelir. Bilhassa o Arapça lâfızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-i İlâhî olduğunu hatırlamakla daimî bir feyze medardır. İşte, şu hâlet gösteriyor ki, ezan gibi ve namazın tesbihâtı gibi ve her vakit tekrar edilen Fatiha ve Sûre-i İhlâs gibi hakaikleri başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır! Çünkü membaı daimî olan elfâz-ı İlâhiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimî letâifin daimî hisseleri de kaybolur.

Hem her harfin en az on sevabı zayi olması ve huzur-u daimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden, gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tabirleri ayetlerin ruhuna zarar vermesine sebep olur. Evet, nasıl İmam-i Âzam demiş: Lâilâheillallah, tevhide alem ve isimdir! Biz de deriz: Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler!

Bütün ömrünü İslâmiyet’le geçiren ve kafasını binler mâlâyâniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan, şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler?.nasıl Müslüman olurlar?..nasıl ‘akıllı adam’ denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir, vesselam…