Üçüncüsü: Nasıl ki çarşıda, mevsimlere göre birer mal ve meta önem kazanıyor. Vakit be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de şu dünya meydanında, toplum hayatında her asırda birer meta öne çıkıyor. Televizyonlarda ve medyada teşhir ediliyor, rağbetler ona çevrilip nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona bağlanıyor. Mesela, şu zamanda siyaset, ekonomi ve felsefi düşünceler öne çıkmıştır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (asm) sonrasındaki selef-i salihin asrında en önemli konu Yaratıcımız olan Allah’ın bizden neleri istediğini bilmekti. Allah’ın rızasını kazanmak ve ebedi saadet yeri olan Cenneti için kazanmak için neler yapılması gerektiğini düşünmekti.
İşte o zamanda zihinler, kalpler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle, yerler ve gökler Rabbinin isteklerini anlamaya yönelmiş olduğundan; toplum hayatının sohbetleri, konuşma ve tartışmaları; o yönde cereyan ediyordu. Her bir şey, ona bir muallim hükmüne geçip onun yapısına ve içtihadına yol açıyordu. Fakat şu zamanda, Batı dünyasının baskısı ve tahakkümüyle, inançsız felsefenin saldırısı sonucunda fikirler dağılmıştır. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.
İşte bunun içindir ki şu zamanda birisi; dört yaşında Kur’an’ı hıfzedip, âlimlerle mübahase eden Süfyan İbn-i Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsında bulunsa, Süfyan’ın içtihadı kazandığı zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtır. Süfyan, on senede ictihadı tahsil etmiş ise şu adam yüz seneye muhtaçtır ki tahsil edebilsin.
Fakat günümüzde zihni felsefede boğulmuş, aklı siyasete dalmış, kalbi dünya hayatında sersem olmuş, istidatları bozulmuş bir insan nasıl ictihad edebilir? Elbette Şeriata uygun karar vermekten uzaklaşmış ve bu kabiliyetinden mahrum kalmıştır. Onun için “Ben de selefi salihin gibi zekiyim, niçin ona yetişemiyorum?” diyemez ve demeye hakkı yoktur. Çünkü onlara yetişmesi mümkün değildir.
Dördüncüsü: Nasıl ki bir bitki ve hayvanlarda gelişip büyüme ve güçlenme meyli bulunur. Bu ise içten gelen bir değişiklik ve mükemmelleşme eğilimidir. Eğer dışarıdan bir etki ile büyümesi için bir şekil vermeye kalkışılsa bu sefer o bitki veya canlının cildini yırtmak gibi bir tahrip olacaktır. Aynen öyle de İslâmiyet’in dairesine selef-i salihîn gibi takva sahibi kamil insanların  ictihadları bir kemal ve tekemmüldür. Yoksa zaruriyatı terk eden ve dünya hayatını ahiret hayatına tercih edenlerin ictihadları; bir tahrip ve şeriatın zincirini koparmaktan başka bir şey değildir.
Beşincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise tercihe sebeptir, icaba, icada medar değildir. İllet ise vücuduna medardır. Mesela, seferde farz namaz kasr edilir, yani iki rekat kılınır. Şu şer-i ruhsatın illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz yine kasr edilir. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasr edilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatin aksine olarak, şu zamanın nazarı ise maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle ictihad dünya merkezlidir. Allah rızasını kazanmak için değildir.
Şu zamanın nazarı, evvela ve bizzat dünya saadetine bakıyor ve hükümleri ona yöneltiyor. 
Hâlbuki şeriatın nazarı ise evvela ve bizzat uhrevi saadete bakar, ikinci derecede yani âhirete vesile olmak dolayısıyla dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın bakış açısı, şeriatın ruhundan ayrılmıştır. Öyle ise şeriat namına ictihad edemez.
Evet, “Zaruret, haramı helâl derecesine getirir.” Fakat şu kaide ise her konuda geçerli değildir. Zaruret eğer haram yoluyla olmamış ise haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa keyfi ve kötü ahlakından dolayı gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuş ise haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Mesela, bir adam haram bir tarzda kendini sarhoş etse; fiilleri, ulema-i şeriatça aleyhinde caridir, mazur sayılmaz. Eşini boşasa vaki olur. Bir cinayet etse ceza görür. Fakat sû-i ihtiyarıyla olmazsa boşanma vaki olmaz, ceza da görmez.
Altıncısı: Selef-i salihînin müçtehidleri, nur ve hakikat asrına yani sahabeye yakın olduklarından safi bir nur alıp, hâlis ictihad edebilirlerdi. Şu zamanın ictihad yapanları ise o kadar perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki en açık bir harfini de zor ile görebilirler.
Bu zamanda, yalan ve doğruluğun ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana geçmek pek kolay oluyor. Hatta siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa elbette pek yüksek olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimat edip körü körüne alınmaz.
İşte buraya kadar yazılanlardan da anlaşılacağı üzere herhangi bir konuda ictihad etmek yani “bu helaldir” veya “haramdır” diye hüküm vermek son derece hatalı bir davranıştır. Bugün sigara için söylenen bir söz yarın gazoz içmek için de söylenebilir. O halde haram-helal diye hüküm vermek yerine zararlarından bahsetmek çok daha uygundur.
Nahl Suresi 116. Ayette mealen; “Dillerinizin yalan vasf etmesi ile: Şu helaldir, şu haramdır, demeyin; aksi halde Allah’a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduranlar asla kurtulamazlar” buyrulmuştur.
Yine Yunus Suresi 59. Ayette mealen; “De ki: “Allah’ın size indirdiği; sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız rızıklar hakkında ne dersiniz?” De ki: “Bunun için Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” şeklinde çok dikkatli olunmayı gerektiren emirler bulunmaktadır.
Çünkü insanlar doğru dürüst dini bir eğitim almadıkları halde İslam fıkhı ile ilgili çok derin mevzularda dahi hüküm vermeye başlıyorlar. İşte sadece altı tanesini yazdığımız nedenden başka daha nice sebep; bu şekildeki davranışların hatalı ve yanlış olduğunu göstermektedir.
Lütfen yazıyı okuduktan sonra hakkımda “bu adam ne kadar sigaraya meftunmuş” diye bir şey gelmesin. Ne sigara içerim ne de ailemde görmüşlüğüm vardır. Elimden geldiğince zararlı olduğunu ifade ederek dostlarımı bu kötü alışkanlıktan kurtarmaya çalışırım.
Buradaki maksat ayetlerde de geçtiği üzere dini konularda hüküm vermekten kaçınmak gerektiğini ifade etmek içindir. Özellikle namaz gibi çok önemli bir ibadet terk edilmişken içki, zina gibi büyük günahlar pervasızca işlenirken “mekruh” hükmü verilen bir konuda yeni ictihadlara girişmenin gereksizliğini anlatmaya çalışıyorum, vesselam…