“Şüphesiz bunda düşünen insanlar için ibretler vardır.” (Câsiye, 45/13) Yüce Allah (c.c.) Hz. Âdem (a.s.)’a verdiği akıl, ilim ve ruh özelliklerini diğer insanlara da vermiş, yeryüzünde onu halife yap­tığı gibi, diğerlerini de halife yapmıştır. Onun için Kur’ân-ı Kerim bütün insan cinsinin mükerrem olduğunu açıklamıştır. “And olsun ki Biz; insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, onları temiz şeylerle rızıklandırdık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”(İsrâ, 17/70) Bütün bunlar insanın seçkin ve başka canlılardan ve özellikle hayvanlardan tamamen ayrı bir varlık olduğunu ispatlamaktadır. (6)  İslâm’a göre insan doğarken tertemiz doğar. Onun herhangi bir nedenle suçlu veya günahkâr doğması asla sözkonusu değildir. Rasûlullah (s.a.s.): “Her çocuk İslâm fıtratı üzere (tertemiz) doğar; sonra annesi-babası (yahudi ise) onları yahudi yaparlar, (hıristiyan ise) onu hıristiyan yaparlar, (mecusi ise) onu mecusi yaparlar” (7) sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır. İnsan, yaratılırken bü­tün iyiliklere meyilli ve bütün kötülüklerden de aklı ve irâdesi ile kaçınabilecek yetenekte yaratılmıştır. İslâm gerçekçidir; insanı ol­duğu gibi kabul eder.

İnsanın yaradılışında bulunan normal duy­guları kötü görmez, aksine helâl bir biçimde karşılanmalarını ibâdet telâkkî eder. İslâm ile insan fıtratı (yaradılışı), tam bir uyum içinde­dir. Çünkü İslâm, insanın içgüdülerini inkâr etmez. Aksine yeme-içme, cinsel arzu ve benzeri isteklerini, helâl yoldan karşılanması ge­reken normal ihtiyaçlar olarak görür. İslâm, tertemiz yaratılan in­sanın, tertemiz bir hayat yaşayarak dünya ve âhiret mutluluğuna hak kazanmasını ister. İslâm, insana yalnız bir yönlü değil, tam üç yönlü bir üstünlük tanımıştır: İsmet (mâsum) ve himayede üstünlük, izzet (şeref) ve efendilikte üstünlük, istihkak (hak edilen şeyde) ve kazançta üs­tünlük. İnsan, insan olması hasebiyle üstündür: “Biz Âdemoğlunu üstün kıldık.”( İsrâ, 17/70) Onun inancından aynaklanan üstünlük: “İzzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir.”(Münâfikun, 63/8) Çalışkanlık ve iyi ahlâk icabı üstündür: Her iyilik sahibine, yaptığı iyiliğin karşılığı vardır. (Bkz. Necm, 53/39-41) Bu üstünlüğün en genişi ve en devamlısı, bu saydıklarımızdan birincisidir ki, insan o üstünlüğe doğuşundan, hatta ana rahmin­deki cenin halinden itibaren nâil olur. Öyle bir üstünlük ki, onun ka­­za­nılması için ne maddî ve ne de mânevî bir karşılık ödenir. Her şeyden önce bu, dokunulmazlık ve masuniyet demektir. Devamlılık arzeder.

İslâm kanunu bu hakkı bütün insanlığa, erkek veya kadın, beyaz veya siyah, zayıf veya kuvvetli, fakir veya zengin herhangi bir millet veya kabile farkı gözetmeden, devamlı olarak bütün insanlığa tanıyor. Yayıyor, ilân ediyor ki, bu tanınan üstün­lüğü ile insan; doğuştan, İslâm kanunu nazarında, her kim olursa ol­sun; kanı akıtılmaktan, ırzı tecavüze uğramaktan, cinsi değiştiril­mekten, vatanından atılmaktan, hürriyeti yalancılık ve dolandırıcı­lık yollarıyla ihlâl edilmekten masundur, korunmuştur. Herkese İs­lâm’da bir insanlık hakkı ve üstünlüğü tanınmıştır. Herkesin bir ko­ruyanı vardır. Kendi üstünlüğünü anlayabilen, ancak gerçek müs­­lümandır. Ki, o ne bir taşa, ne bir ağaca, ne güneşe, ne de ay’a, ne bir krala, ne de (herhangi) bir insana, boyun eğer (o hiçbi­rine tapmaz). Böylece insanî üstünlüğüne, imanî üstünlüğünü de ekler. (8)  İslâm İnancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır.

Devamı nasipse yarın...