Beşinci olarak; Allah bizi Müslüman olan bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya getirdi. İsteseydi Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir insanın yavrusu olarak da halk edebilirdi. Veyahut tamamen materyalist felsefe ile yetişmiş bir Avrupalı ailenin veya yüzü hiç gülmemiş bir anne babanın çocuğu olarak da doğabilirdik. Dünyaya sadece hayvan gibi yaşamak için geldiğini zanneden insanlar yerine; Allah’ı ve Peygamberimizi tanıyan bir anne babaya sahip olduğumuz için şükretmemiz gerekmez mi?
Altıncı olarak belki de en önemli şükür sebebi olacak olan husus yani Allah; bize iman vermiş. Zira nice Müslüman ana-babanın imansız çocukları oluyor. Sonsuz Cehennemi netice verecek böyle korkunç bir tehlikeden koruyan Rabbimize şükretmemiz gerekmez mi? İman, Cenâb-ı Allah’ın kalbimize verdiği bir nurdur. Allah’tan başka hiçbir şey imanı ve hidayeti veremez. Bize iman nurunu veren Allah’a karşı daima secdede kalsak bile gerekli şükrü yerine getirmiş olamayız. O halde ne duruyoruz. Kalkıp namazımızı kılalım. Bize bu dünyanın en güzel nimetini veren Allah’a hamd edelim. Çok mu zor bir şey mi bu? Hayır, bizim vazifemiz naz değil niyazdır, şükürdür.
Yedinci olarak; imanın çok mertebeleri var. Allah’a bize birçok İslam âlimini tanımak ve onlara arkadaş olmak gibi bir nimeti verdiği için ayrıca bir şükür daha yapmamız gerekiyor. Bu noktada bahtiyar insanlardan sayılabiliriz. Dini eserleri okudukça imanın güzellikleri daha çok anlaşılıyor.
İşte bize bu fırsatları verdiği için Rabbimize ne kadar çok şükür borcumuz var! Evet, böyle dehşetli bir asırda ve tehlikeli hastalıklara maruz kalmış insanlar arasında dini eserleri tanıyarak iman şuuru vermesinden dolayı Allah’a ne kadar şükretsek, yine de vazifemizi tam olarak yapabilmiş sayılmayız, vesselam…