İnsan, kendisini tanımazsa zâlim ve câhil kalır. (Bkz. Ahzâb, 33/72) Bazen Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. (Bkz. Hac, 22/66) İnsan bazen kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duy­­madığı anlayışıyla tuğyan eder (azar, taşkınlık yapar). (Bkz. Alak, 96/6-7)İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. (Bkz. İsrâ, 17/11) İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zor­luklar geçip gidince sanki hiçbir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. (Bkz. Yunus, 10/12) İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. (Bkz. Me­âric, 70/19) İnsan eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister. Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. (Bkz. Meâric, 70/20-21) İnsan zayıf yaratılmıştır; âcizdir. (Bkz. Nisâ, 4/28)

Görüldüğü gibi, Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer tarafı. Kur’ân-ı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir. Ancak iman ve takvâ ile bu güzel vasıflar ortaya çıkar ve geli­şir. Eğer iman olmazsa, bütün bu iyi kabiliyetler, nefs-i emmârenin hâkimiyetine geçer ve insan Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilen kötü­lüklere esir olur. Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı noksan olup ihtiraslarla, sömürücükle, cimrilik ve kan dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir. Kendisine ve başkalarına zarar verir. İnsan, kendine ve insanlara zararlı olmaya değil; Faydalı olmaya çalışmalıdır. Bu da Allah ve Rasûlü’nün emirlerine uygun yaşayarak gerçekleşir. İyi insan olmak, dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olmak; İslami anlayış ve yaşayış içersinde olmakla mümkündür!  

Rabbimiz Allah, dünya hayatının insanları aldatmaması, şeytanın insanları kandırmaması için bizleri birçok âyette uyarmaktadır:  “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman, 31/33). Dünya hayatının câzibeli görünen yaşantısının bizleri aldatmaması gerektiğini anlamalıyız. “Nasıl olsa işlediğimiz günahları Allah affeder” düşüncesiyle, günah olan, haram olan işlere tevessül etmemeliyiz.

 “O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. (emirlerini) dinleyin, itaat edin.” (Teğâbün, 64/16 ); “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına (âhiret için) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Haşr, 59/18). “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek günah işlemenin, ibadetleri terk etmenin ne kadar yanlış bir değerlendirme ve düşünce olduğunu vurguladık. Tabiî ki, bir mü’min olarak günah olan bir iş yapıldığı zaman yapılacak şey, ondan dolayı hemen tevbe etmektir.

 “Allah’tan bağışlanma dile. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nisâ, 4/106). Burada anlamamız gereken şey, elimizden geldiği kadar günah olan hususlardan uzak durmalıyız. Buna rağmen günah işlediğimizde hemen tevbe etmeli, hangi şey için tevbe ettiysek bir daha onu yapmamaya gayret sarf etmeliyiz. Yüce Allah Şöyle Buyurur: “Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar hâriç, zira Ben onları bağışlarım.”(Bakara, 2/16) “Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.”  (Nûr, 24/31)

 “Ey insanlar Allah’a yürekten (samimi) tevbe edin, umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter; Allah’ın Peygamberi ve onunla beraber inanmış olanları utandırmayacağı günde sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”  (Tahrim, 66/8) Bu gerçekleri Rabbimiz bizlere bildirmektedir. Bize düşen bu fâni dünyanın geçici malına, mülküne, zevkine aldanmayıp Allah’a iyi kul olmaktır. Allah Teâlâ’ya kulluk yapmak için yaratılan insan, bu temel görevini yerine getirirse dünyada da âhirette de huzur ve mutlu­luğa kavuşur. Kim de Allah Teâlâ’ya kulluk görevlerini yapmazsa, İslâmî hayatı terk ederek İslâm’a aykırı bir hayatı tercih ederse, dünyada huzura, âhirette de kurtuluşa eremez.