1979’daki Humeyni Devriminden sonra adını İran İslam Cumhuriyeti olarak değiştiren Acemistan, yüzyıllardan beri İslam’ın içine bıçak gibi saplanmış; ırkçı, kavmiyetçi ve faşist bir devlettir. Yalancılık ve takıyyecilikte dünyada emsalsiz olan bu devleti biraz yakından tanımak gerekiyor.
“İran” sözcüğü Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta’da geçen “Aryanam” kelimesinden gelmektedir. Kendilerine “ari ırk” denilmesinden çok hoşlanırlar. Ülkenin adı MÖ 6. yüzyıldan 1935’e kadar Sasani veya Pers İmparatorluğu olarak anılırken, o yıl Rıza Şah uluslararası topluluktan “İran” adını kullanmalarını istemiştir. 1979’daki devrimden sonra ise ülkenin resmi adı “İran İslâm Cumhuriyeti” olmuştur ki İslam ile çok da alakaları yoktur.
Hazreti Ebubekir ve Ömer zamanında Müslüman oldukları için “Şeyheyn” denilen bu iki büyük sahabeyi sevmeleri gerekirken Pers medeniyetini ve ateşe tapan Zerdüşt- Mecusi inançlarını yıktığı için bin beş yüz yıldan fazla süren bir nefrete sahip haddi aşan azgın bir toplulukla karşı karşıyayız.
Takıyye denilen adetlerini ibadet sayarlar ki bunun aslı yalancılıktır. Bu çirkin adete kılıf bulmak için haşa! Hazreti Ali’nin takıyye yaptığını söylerler ki; Allah’ın arslanı ve cesareti ile meşhur olmuş bu zata karşı hakaret ettiklerini anlayamayacak kadar ahmaktırlar. Güya ilk sahabelere karşı Hazreti Ali, takıyye yapmış diyerek kendilerini aldatırlar. Daha da ileri giden ve Rafızi de denilen Şia mezhebi; günümüzde büyük ölçüde materyalist ve deist bir hal alarak İslam’dan oldukça uzaklaşmıştır.
Geçen hafta yaşanan ABD’nin Kasım Süleymani suikastı ve Ukrayna uçağının yanlışlıkla düşürülmesi sonrasında İran halkı, bu yalancılık ve takıyyecilik politikasından iyice bezmiştir. Öyle ki toplumsal gerilim, devlet televizyonu ekranlarına dahi yansımıştır. İran devlet televizyonu IRIB’de çalışan üç spiker işten ayrılmıştır.
GelareCabbari, istifa ettiğini sosyal medya hesabından, “13 yıldır sizlere yalan söylediğim için üzgünüm” sözleriyle duyurmuş “İnsanlarımızın öldüğüne inanmak benim için çok zordu. Bunu bu kadar uzun zaman sonra yaptığım için ve size 13 yıldır yalanlar söylediğim için beni affedin” demiştir.
İstifa eden bir diğer spiker Zehra Hatemi ise benzer gerekçelerle “Bir daha televizyona dönmeyeceğim” ifadelerini kullanmış Saba Rad da, “21 yıl medya sektöründe çalıştıktan sonra artık medyada çalışmaya devan edemeyeceğim” diyerek bu yalancılıktan ne derece bıkıp bezdiklerini söylemişlerdir.
İranlı Gazeteciler Birliği’nden gelen açıklamalarda “Yanlış bilgilerin yayınlanmasının, kamuoyunun güveni üzerinde ciddi bir etkisi olduğu” ve “medyanın zaten çok da sağlam olmayan konumunu her zamankinden daha fazla sarstığı” ifade edilmiştir.


Gerçekten de İran, dünya üzerinde görülmeyen bir umarsız tutumla Ukrayna Havayolları’na ait yolcu uçağını düşürdüklerini önce inkâr etmiş deliller ortaya çıkınca da “insani hata” olarak yanlışlıkla düşürüldüğünü açıklamıştı.
Elbette insanlar bu sözlere de inanmamaktadırlar. Çünkü 82 İranlı, 63 Kanadalı, 11 Ukraynalı, 10 İsveçli, dört Afgan, üç Alman ve üç İngilizin yaşamını yitirdiği bu olayda belki de savaştan kaçan Kanada görünümlü Amerikalılar ve rejim muhaliflerinin bulunma ihtimali vardır. Kasıtlı olarak da düşürülmesi imkân dâhilindedir. İran gibi Suriye’de binlerce Müslüman’ı öldüren bir rejim; böyle bir katliamı neden yapmasın ki?
Halkın ekonomik sıkıntılarını bastırmak için “intikam bayraklarının” çekilmesi ve yemin edilmesi İran yalancılığının ayrı bir şeklidir. Güya Kasım Süleymani’nin intikamı alınacaktı. Günlerce cenazeyi dolaştırıp 80 civarında kişinin ezilerek ölmesine sebep oldular. Güya ABD’yi vurmak için ant içmişlerdi. Fakat bütün foyaları sonradan meydana çıktı.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, “Bu, kolayca bir kenara bırakılacak mesele değildir. Facianın nedeni ve failleriyle ilgili tahkikat devam etmeli ve bu affedilemez yanlışın sorumluları hakkında yasal işlem yapılmalıdır. Ayrıca, bu tür faciaların tekrarlanmaması için ülkenin hava savunma sistemindeki zayıf noktaların giderilmesi için de gerekli tedbirler alınmalıdır” demiştir.
Batılı ülkeler ve ABD, DAEŞ’i ve İran’ı tamamen tahrip etmek istememekte güçsüz bir şekilde varlığını korumasını istemektedir. Çünkü maksatları Müslümanlar arasında fitne çıkması, birbirlerini öldürmeleri ve silah satışından para elde etmektir. Başka türlü El- Kaide ve Boko Haram gibi örgütlerin el altından desteklenmesinin başka anlamı yoktur.
Terör örgütlerinin para için Müslüman kanı dökmesini anlayabiliriz. Lakin İran’ın bunu sürekli yapması insanları düşündürmektedir. Hiç utanıp sıkılmadan yalan söyleyebilen bu ülke yöneticilerinin varlığı, insanlık adına utanç vericidir.
ABD üslerine bilerek 20-30 füze attıkları halde bir tek Amerikan askerini öldürememişlerdir. Hâlbuki 80 ABD askerinin öldüğü yalanını söylemekten rahatsızlık duymamışlardır. Yolcu uçağını önce inkâr edip sonra “kazayla vurduk” derken de sıkıntılı bir üslupları yoktu. Hâlbuki Irak’lı yetkililer füzelerin fırlatıldığını İran’dan öğrenmiş ABD’ye haber verdiklerini açıkça söylemiştir. Böylesine rahat yalan söylemek ve gerçekleri inkâr etmek eşine az rastlanır bir davranış örneğidir.
Aslında ABD’de benzer yalanları söylemektedir. Eğer söz konusu Hıristiyan kanı olunca derhal füze attıkları ülkelere haber vermektedirler. Obama döneminde milyar dolarlar değerinde 60-70 adet Tomahawk füzesi Suriye’ye atılmış Rus askerleri zarar görmesin diye hangi hedeflere gönderildiği söylenmişti. Ruslar da Suriye’ye bilgi vermiş “kimyasal silah kullandıkları için cezalandırma” işi böylece tatlıya bağlanmıştı. Birkaç uçak ve baraka yıkılmış “dostlar alışverişte görsün” misali tam bir tiyatro oyunu sahnelenmişti.
Ortadoğu’daki güçler mücadelesini “Sünni-Şii Savaşı” zemininde yürüten İran’ın aklını başına alma zamanı çoktan geçmiştir. Hiç olmaz ise Türkiye’yi örnek alıp Batı’ya karşı tedbirli olma konusunda uyanık olmak zorundadırlar.
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in, Şii milislerin ve Hizbullah’ın Irak-Suriye’de Sünni sivillere yaptıklarını görmezlikten gelip saklamaya çalışması ibretle doludur. DAEŞ’in sadece İran’a karşı kullanıldığını savunarak, mezhepçi politikanın savunuculuğu yapmak akıl dışı ve insafsızlıktır. Ne gariptir ki DAEŞ en kanlı eylemlerini Irak,Türkiye ve Suriye’de gerçekleştirirken İran halkını hedef alan hiçbir eylemine şahit olunmamışken bu sözler manidardır.
Bir Batılı yazar; “DAEŞ’in varlığı İran için bir hediyedir. O, bu yolla Türkiye’ye tuzak kurabiliyor, Suudi’leri baskı altında tutabiliyor ve daha da vahimi, İran’ın Irak ve Suriye’deki vekâlet örgütlerinin (Şii milisler) Sünni topluma yaptıklarını meşrulaştırabiliyor” diyerek, İran politikalarını gayet güzel izah etmiştir.
Türkiye’nin Libya ve Suriye’deki operasyonlarını bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Müslüman kanı üzerinden büyük bir oyun bozulmaktadır. Libya’daki iç savaşı ve Sünni-Şii çatışmasını da önleyecek olan bu harekâtlar, Batı menfaatlerine aykırıdır. İşte bu yüzden akla gelmeyen kışkırtmaları yapabilmektedirler, vesselam…