Olumsuz değişime en çarpıcı örnek, İslâm toplumlarının demokrasiye doğru dönüşüm ve değişim hareketleridir. İnsanlar zihinlerindeki mevcud putları kırdı mı, bunun yerine tevhid akidesini ikame etmez ise, kırılan putların yerine hemen yeni putlarını dikerler. Zihinler ve kalpler, boşluk kabul etmez. Demokrasiler de işte böyle bir neticedir. Tevhid akidesini özümseyememiş veya toptan reddetmiş insanlar, despot ve baskıcıkrallık ve saltanat putlarını kırdı mı, hemen yerine çağımızın en etkili putu olan nefsî hevâ, heves ve hazza dayalı demokrasi putunu dikiveriyorlar. Demokratik toplumlar da, daima değişimi savunurlar. En fazlasavundukları değişim de, dinde ve manevî değerlerdeki değişimlerdir. Laiklik, çağdaşlık, ilericilik ve modernizm adına dinde reform isterler. Sürekli hakla batılı karıştırıp, şeriatı, dinî değerleri, vahyi ve İslâm’ın yönetim tarzını ve ahlâk anlayışını gündemegetirip, sorgulayıp yeni bir İslâm modelini, yani demokratik İslâmmodelini topluma pompalamaya çalışırlar. Demokrasilerin, nefsî hevâ ve hevese dayalı seküler anlayışı, toplumların bütün inanç değerlerini, ahlâki kazanımlarını ve geleneklerini toptan reddedebiliyor. Toplum mühendisliği ile toplumları değiştirmeye çalışırlar. Hiçbir zaman, neyin değişmesi veneyin değişmemesi gerektiğinin hesabını yapmazlar. Nefsi arzularına göre sınırsız bir değişimi savunabilirler. Demokrasinin bu değişim modeli de, insanı fıtratından ve aslî değerlerinden uzaklaştırıyor, yozlaştırıyor ve tahrif ediyor. Hayatın labirentlerinde, nefsî arzu, istek ve hazlarının rüzgârında bilincini yitiriyor, pusulasınışaşırıyor ve istikametini kaybediyor. Kur’ân-ı Kerîm’de buyruluyor ki: “Bir toplum kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçeAllah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Râ’d, 13/11) Bu, bir yasadır. Hem de İlâhî bir yasa. Kur’ân-ı Kerîm, değişimin merkezi olarak nefisleri açıkça işaret ediyor. Demek ki değişim, önce nefislerden başlayacak, sonra toplum otomatikman değişimi gerçekleştirecek. Allah (c.c.) bunu istediğine göre, demek ki, bu değişim yeteneğini de kullarına vermiştir. Bu değişim şirkten tevhide, demokratik seküler yapıdan, şer’i yapıya, hastalıklı bünyeden sağlıklı bünyeye değişimdir. Nefislerin tahakkümünde ve kontrolünde olmak, demokratik toplumların bir özelliğidir. Nefislerin ıslah edilmesi, disiplin altınaalınması ve kontrol edilmesi de, İslâm’ın insanlara bir emridir. İslâm Dini, vahiy kaynaklı ve insanı merkeze alan bir dindir. Kur’ân-ı Kerîm’in de getirdiği hükümler ve esaslar ezelî veedebîdir. Kıyamete kadar değiştirilemez buyruklar ve emirler bütünüdür. Bireysel olarak, bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirdiğimizzaman, toplumsal olarak da İslâm Devleti’ne yaklaşabiliriz veya yakalayabiliriz. Yaklaşmak başka, yakalamak başkadır. İslâm Devleti’ne kavuşmak, Allah’ın nasip etmesiyle olur. Bunu oluşturamamak, toplumsal olarak tevhid akidesinin gerçek manada anlaşılmaması ve iman edilmemesinden kaynaklanmaktadır. (Nur,24/55) Bu ayet-i kerimede Allah (c.c.), İslâm nimetine kavuşantoplumlara devlet kurma imkânını vereceğini taahhüd etmektedir. Âlimler, hocalar, kanaat önderleri, liderler değişimin en önemli aktörleri olmalıdırlar ki, toplumları yönlendirebilsin ve arkalarındansürükleyebilsinler. İnsanlar, daima lâyık oldukları yönetim tarzlarıyla ve idarecilerleyönetilirler. Kendileri iyi olurlarsa, yönetim sistemleri de, yöneticileri de iyi olur. Kötü olurlarsa yönetim sistemleri de, yöneticileri de kötü olur. Allah Resûlü (s.a.s.) buyuruyor ki: “Nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz!” (Celâleddin es-Suyutî, Deylemî) Kur’ân-ı Kerîm’de buyruluyor ki: “İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmınadost/önder/yönetici yaparız.”(En’âm, 6/129) İslâm Devleti kurulduğu zaman, sorunların sıfırlanacağını, herşeyin güllük gülistanlık olacağını düşünmek de yanlıştır. Hulefa-i Raşid’in döneminde, dört halifeden üçünün suikastla şehid edildiklerini unutmamak gerekir. Ayrıca Hz. Ali ile Hz. Âişe arasında gerçekleşen Cemel Vakası yine Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan Sıffin Savaşı ve Kerbelâ olayları ve bunların etkilerinin günümüze kadar devam etmeleri, bunların açık delillerdir. İslâm dünyasının en önemli problemlerinden biri tefrika ve bölünmüşlüktür. Tefrika sözlükte eşyayı birbirinden ayırmak, insanlararasına düşmanlık sokmak, parçalamak demektir. İnsanları, bölüklere, fırkalara, partilere, gruplara ayrılmayı, kısaca ayrılmamasıgereken bir bütünü parçalamayı ifade eder