Kanal İstanbul Projesi İslam düşmanlarını fevkalade rahatsız etmişe benziyor. Nasıl ki 3. Köprü ve İstanbul Havaalanına karşı çıktılar aynı şekilde bu çok önemli projeyi önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya başladılar.

104 Amiralin büyük bir hadsizlikle Möntrö hükümlerini bahane ederek hükümete ayar vermeye kalkmasını bir de bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Kanal İstanbul projesi sayesinde Lozan ve Montrö’de kısıtlanmış olan egemenlik haklarımızı tamamen kullanmış olacağız.

Bu konunun çok geniş boyutları var. Kamuoyunda hiç tartışılmamış bazı yönlerini ele almak gerekiyor. Özellikle Süveyş Kanalı ile bazı benzerliklerden yola çıkarak önemli uyarılarda bulunmak istiyorum.

Şiddetli kum fırtınasının olduğu 23 Mart 2021 tarihinde Evergreen firmasına ait Ever Given isimli bir gemi Süveyş Kanalında karaya oturdu. Altı günlük zorlu bir uğraşıdan sonra gemi yüzdürüldü ve 29 Mart tarihinde kanal yeniden trafiğe açıldı.

Bu esnada günlük 10 milyar dolara yakın bir zarar meydana geldi. Kanalın alternatifi olmadığı için yüzlerce gemi hem kuzeyde hem de güneyde beklemeye başladı. Bu durum ister istemez ülkemizde çok tartışılan Kanal İstanbul projesini de akla getiriyor.

Benzer bir durumun yani İstanbul veya Çanakkale Boğazında bir geminin karaya oturtularak geçişin kapatılması sonrasında meydana gelecek zarardan ise kimse bahsetmemiştir. İşte Türkiye’nin güvenliği ve ekonomik çıkarları ile ilgili bu çok önemli bir şeyler yapılması gerekiyor.

Bu olay esnasında Süveyş kanalının hemen kenarında bulunan bir otelde bulunuyordum. Öncelikle bu olayın bir kaza olmayıp sabotaj olduğu iddialarına değinmek gerekiyor. İsrail’in Akabe Körfezinde yeni bir kanal açma girişimi olduğu bilinmektedir. Buna karşı çıkan Mısır hükümetine karşı ikinci bir kanalın gerekli olduğunu ispatlamaya çalıştığı çok açıktır. Ayrıca ileride kendisi için tehlikeli gördüğü bir anda İsrail’in kanalı bir sabotajla kapatması, ihtimal dâhilindedir.

Evet, 23 Mart Salı günü gerçekten de şiddetli bir kum fırtınası vardı. Gemilerin seyir güvenliğini tehlikeye sokacak derecede görüş kısıtlaması bulunuyordu. Bu nedenle olayın kaza olduğu iddialarına karşılık; günümüzde çok sık kullanılan elektronik cihazların karıştırılması ile beraber sabotaj ihtimali hiç de yabana atılır bir husus değildir.

Bu olayın bir sıcak çatışma esnasında meydana gelmesi durumunda Mısır silahlı kuvvetlerinin çok zor duruma düşeceği çok açıktır. Şu anda verilen zarar sadece ekonomiyle sınırlı kalsa da Mısır’ın seyir güvenliği ile ilgili olarak almış olduğu önlemler yetersiz görüldüğünden ülkenin itibarı da zedelenmiştir.

Biz şimdi Mısır’ı bir tarafa koyup ülkemize bakalım. Bize düşman ülkelerin İstanbul veya Çanakkale Boğazlarında bir sabotaj veya kaza sonucu gemilerin geçişine kapatılması durumunda başımıza gelecek tehlikeleri düşünelim. Zira böyle bir tehlike her zaman söz konusudur ve saldırgan devlet tarafından çok az bir masraf ile gerçekleştirilebilir.

Her şeyden önce şu acı gerçeği bir defa daha tekrar etmekte yarar vardır. Montrö Anlaşmasına göre ticaret gemilerinin Türk Boğazlarından serbestçe geçme hakkı vardır ve kılavuz kaptan alma zorunluluğu yoktur. Vakti zamanında Sovyetler Birliği’nin desteği sayesinde Lozan Anlaşmasının bazı maddelerini lehimize değiştirmiş olsak dahi Montrö anlaşması ülkemizin Türk Boğazlarındaki egemenlik haklarını kısıtlamaya devam etmektedir.