Kadınlar şefkat yönü ile erkeklerden kat kat üstündür. Çünkü annelik sayesinde Allah kadınları öyle bir duygu ile donatır ki dünyada bundan daha zevkli ve güzel bir şey yoktur.

Hepimiz bir zaman çocuktuk. Bu duyguyu çok iyi biliriz. Eğer bir tehlike ile karşılaşsak en güvenilir yerimiz; ana kucağıdır. Annesine sığınan bir çocuğun artık hiçbir güçten korkusu kalmaz. İşte şefkat böylesine güçlü ve güzel bir duygudur.

Ne var ki; insanların en değerli varlığı olan anneleri gözden düşürmek ve onları bir çeşit köle yapmaya yeminli kapitalist burjuva patronları, bu güzel şefkat duygusunu ortadan kaldırmak istiyor. Akla gelmedik sinsi oyunlarla annelerimizi perişan etmek istiyorlar.

Hazreti Muhammed (ASM) bu kavramın önemini vurgulamak için “cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuştur. Kuran’da “yaşlandığında büyükleriniz için öf bile demeyin” emri bulunmaktadır. İşte İslam dini anneye bu kadar önem vermiştir.

Bir de Batı kültürüne, moderniteye ve dayattığı materyalist anlayışa bir bakalım. Ne haltlar karıştırıyor gözler önüne sermeye çalışalım:

Batı kültürü, anneliği değersizleştirdiği yetmiyormuş gibi her türlü medya aracı ile anneliği aşağılamaktadır. İnsan yetiştirmek kadar önemli ve gurur duyulacak bir mesleği sözgelimi tekstil ürünleri imalatından daha aşağı görmektedir.

Zamane anlayışı; anne tipi kadını ortadan kaldırarak kadını; erkeğin süfli duyguları ve göz zevkine hitap eden bir varlığa dönüştürmektedir. Haliyle bedeniyle değer bulduğunu düşünen kadın, estetik olarak kendini sürekli sorguluyor ve sonuçta zaten var olan güzellik kaygısı, gereğinden fazla beslenmektedir.

Bunun neticesinde batı anlayışında kadın; “güzelliğimle varım, güzel olmazsam yoğum” duygusu ile yaşamaya alışmaktadır. Güzellik duygusu devamlı olarak abartılan ve şefkatten daha önemlidir diye aldatılan kadın, ideal güzelliğe ulaşmaya çalışmakta ve çoğu bunu başaramadığı için mutsuz olmaya mahkûm edilmektedir.

Bu konuda çok istifade ettiğim Cahide Sultan isimli bir hanımefendinin yazısını biraz özetleyerek paylaşmak istiyorum:

“Son olarak 28 Şubat dönemlerinde gördüğümüz, büyük başörtüsü omuzlarından aşağı dökülen, geniş pardesüleri bileklerine kadar inen kadınları hepimiz özlüyoruz. Zira makyajsız utangaç yüzlerini, masum duruşlarını, bir erkekle tokalaşmayı ateşe dokunmak gibi gören bu şefkat kahramanları şimdilerde azalmaya başlamıştır.

Başörtüsünden dolayı zulme uğramış hanımlar özgürleşmiş şimdilerde kimi milletvekili olmuş, kimi avukat, kimi öğretim görevlisi olarak kapitalizmin çarklarında köle olarak çalışıyorlar. Halbuki 28 Şubat döneminde zulme maruz kalınca çalışmak yerine evlenip çoluk çocuğa karışmış dünyanın en mutlu kadınları olmuşlardı. Zalimler bilmeden büyük bir iyilikte bulunmuş anne olma tadını yaşatmışlardı.

Fakat artık o zulme uğrayan tesettürlerinden geriye sadece küçücük bir başörtüsü kalmıştır. Bir gün şehirlerin en büyük müzeleri açılacak eski kıyafetlerimizle. İnsanlar çocuklarına gösterecek:

‘Bak eskiden Müslüman kadınlar böyle büyük eşarplar takarlarmış. Bu büyük pardösüleri giyerlermiş. Bak yavrum bu etek. Eski kadınlar gergin pantolon giymezmiş’ diye anlatacaklar eski hallerimizi.

Uzun dış kıyafetlerini unuttuk artık. Kim veya kimler verdi bu fetvayı hanımlara? Sırf first leydilerimiz kısa giyiyor, makyaj yapıyor diye mi verildi yoksa bu fetvalar?

Kızlarımızın, kadınlarımızın hali içler acısı. Düşündükçe üzülüyorum. Kimin ne düşündüğünü umursamadan sadece Allah rızası için “tesettürü taşıyan o kıymetli hanımları özlüyorum” vesselam…