Ne güzel geçmişti bütün bir yaz.

Başımda kavak yelleri esen o yaş,

Bense hanımeli kadar beyaz.

Çalmıştınız kalbimi bilmeden biraz.

Nasıl da koşuşurduk bahçelerde,

Şarkı söylerdik mehtaplı gecelerde.

Sen bana, ben sana komşu evlerde.

Kök sarmaşıklar gibi sarıldık o yaz,

Eline değerdi safça elim.

Seninse arardı beni gözlerin,

Öpüşürken korkusu bir şeylerin,

Sevgimize ilk hüznü getirdi biraz.

Çocuk kalbimize dolan gamla,

Oturup ağlamıştık sessiz çardakta.

Çaresiz erken inen akşamla,

Veda edip ayrıldık biterken o yaz.

Nasıl da koşuşurduk bahçelerde,

Şarkı söylerdik mehtaplı gecelerde.

Sen bana, ben sana komşu evlerde

Kök sarmaşıklar gibi sarıldık o yaz...

Ah Zerrin Özer ne dinlerdim seni gençliğimde. Okullar tatile girip koca bir yazın hayalini kurarken bu şarkıyı dinlemek, teybin sesini sonuna kadar açmak ne keyifliydi. Yine dinledim seni, gençliğim geldi aklıma. Hep çocukluğumu özleyecek değilim elbette. Gençliğimi de özledim orta yaş standardına bu sene itibari ile girmiş bulunmaktayım. Ama hala bisiklete biniyorum. Lise son sınıftayım, yani lise son sınıftayım gibi hissediyorum. Üniversite sonuçlarının gazetede yayınlandığı seneler. Sokağımızda caddemizde bir tane kafenin olmadığı, kahve içmenin bile ayıp olduğu yıllar. Nasıl zaman geçiriyormuşuz diye kendime bile soruyorum şimdi. En baştan başlayayım sizlerin bilmediği kasetlerimiz ve teyplerimiz vardı bol bol müzik dinlerdik arkadaşlarla. Doğum günlerimiz meşhurdu evlerde üç beş kişi pasta keser kendimizce eğlenirdik. O dönemlere ait bütün şarkıları ezbere bilirim. Bol bol kitap okur hatta değiş tokuş yapardık. Bütün eğlencemiz bu kadarcıktan ibaretti. Flört etmek ne demek bilmezdik, okul arkadaşımızla buluşmak için bile günlerce önceden izin alırdık sadece bir saatliğine. O da izini koparabilirsek tabi. Bir arkadaşımızla iki lak lak etmek bize aylarca yeterdi. Hayalini kurduğumuz yazlarda en büyük lüks ailecek sayfiye yerlere gidip denize girmek bazende pikniğe gitmekti. Deniz de taş sektirir kumlarda neşeli neşeli yürürdük. Ulaşamadığımız her şey ulaştığımızda bize çok tatlı gelir, kıymetini bilir yaşadığımız anın tadını çıkarırdık. Kumsalda voleybol maçı yapmak ya da izlemek çok fiyakalıydı. Sinemaya da giderdik aslında vizyondaki filmleri kaçırmaz çok iyi takip ederdik. İyi ki de kafeler yoktu pastaneler vardı en lüksünden. Bazen bir dilim pasta yanında da çay içerdik. Pastamızın fotosunu çekmezdik yani. Fotoğraf makineleri sadece tarihi yerleri gezerken yada ailemizle anı bırakmak adına kullanılırdı. Aslında dolu dolu kültürlü gençlerdik vesselam. Sinema, tiyatro, spor, kitap, müzik daha ne olsunki. İnternet filan nerde telefon bile yoktu evlerde. Hele yazları istanbul’a azcık uzak bir yerde isek telefon kulübesinde, jetonla telefonda konuşurduk. Bir de sıra beklerdik, ikinci jetonu atıp uzun konuşma yapacaklara uyarı babında, kulübenin camına vururduk. Ne eğlenceliydi sıra da bekleyip telefonda konuşmak. Ah yaz akşamları başımızda kavak yelleri eser, kumsal da gitar çalan sevgilileri izlerdik. Gençlikte güzelmiş hayal kurmak, ne olacağım derdiyle boğuşmakta, yaz akşamlarında mehtabı seyretmek de. Anne baba sözü dinleyip yamaçların da oturmakta. Asilik nedir bilmeyen her söze boyun eğen hiç ergen olmamış genç olmak da güzelmiş. Annelerimizle misafirliğe gidip çay servisi yapmak bile bizi mutlu ederdi. Şimdiki gençlere söyleyeceğim bir şey yok aslında mutlu olmayı bilsinler yeter. İmkanlar çoğaldıkça mutsuzluklar artıyor bu devirde. Ah gençliğim seni bir kez daha yaşasaydım, hiç gelecek korkum olmazdı. Her şeyi an a  bırakır sessizce izlerdim kendimi...