Bedîüzzaman Said Nursî, milli mücadeledeki katkılarından dolayı Birinci Millet Meclisinde törenle karşılanır. İngilizlere karşı gösterdiği cesur direnişten dolayı herkesin takdirini kazanmıştır. Birinci Dünya Savaşında Rus cephesinde göstermiş olduğu kahramanlıktan dolayı dillere destan olan kahramanlığını herkes takdirle yad etmektedir. Bu kahraman asker ve değerli İslam alimi, şeref madalyası ile mükafatlandırılmış ve ordu namına Darül Hikmetül İslamiye azalığına seçilmiştir. Burada görev yaparken İngiliz İşgal kuvvetlerinde görev yapan Anglikan kilisesi baş papazına verdiği kısa ve özlü cevaplar ülkemizin gururu olmuştur. Halkın işgalci güçlere karşı bilinçlenmesinde ve milli mücadelenin kuvvet bulmasında emsalsiz katkıları vardır. Bu nedenle mecliste kendisine çok rağbet edilmektedir. Fakat mebusların namaz kılma konusundaki lakayt hallerinden rahatsızlık duyar. Derhal 10 maddelik bir beyanname neşrederek meclis kürsüsünden okunmasına sebep olur. Bu durum Meclis başkanı tarafından tepki ile karşılanır. Meclis’te “Biz sizin ilminizden istifade etmek istedik fakat siz namaza dair şeyler neşrederek aramızda ihtilaf çıkardınız” sözüne muhatap olur. Bu söze karşı sert tepki gösteren Bediüzzaman: “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.” Diyerek neşrettiği beyannameyi savunur. Bunun üzerine Meclis Başkanı özür diler ve geri adım atmak zorunda kalır. İşte bizde önce iman ve sonrasında da namaz ile ilgili bazı önemli hususları dile getirmeye çalışacağız. Bu asırda din ve İslâmiyet düşmanları, evvela imanın esaslarını zayıfl atmak ve yıkmak planını, programlarının birinci maddesine koymuştur. Balkan ve dünya savaşlarda yaşanan bozgunları fırsat bilerek Osmanlı’yı parçalamış ve dinsizliğin kuvvet bulmasına çalışmışlardır. Çünkü Müslümanlar asla Hıristiyan olmamaktadır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de aynı planları tatbike koymuşlar ve özellikle 1925-1950 yılları arasında İslam dinine ait ne varsa ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Türk alfabesi yerine Latin alfabesi kullanılmaya başlanmış tekke ve medreseler kapatılarak İslami eğitim veren okullar yok edilmiştir. İslam dünyasını bir arada tutan ve çok önemli bir rol ifa eden “halifelik” keza bu yıllarda ortadan kaldırılmış Müslümanlar başsız kalmışlardır. Ayasofya’nın kapatılmasından tutun daha nice devrim ve inkılaplar ile bu kahraman millet dinsizleştirilmeye çalışılmış imanını ortadan kaldırmak üzere suikastlar tertip edilmiştir. Halbuki imanın esaslarından birisinde hasıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lâkaytlıktan pek çok defa daha felaketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki en mühim iş, taklidî imanı tahkiki imana çevirerek imanı kuvvetlendirmektir. Milletimizin imanını güçlendirmek ve kurtarmaktır. Her şeyden ziyade imanın esasatıyla meşgul olmak bir zaruret ve bir ihtiyaçtır. Hatta mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi umum İslâm dünyasında da böyledir. Evet, temelleri yıpratılmış bir binanın odalarını tamir ve süslendirilmesine çalışmak, o binanın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için, dal ve yapraklarını ilaçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi? İnsan, saray gibi bir binadır; temelleri ise imanın altı esasıdır. İnsan, bir ağaç gibidir. Kökünde iman esasları bulunmaktadır. İmanın şartlarından en önemlisi ise Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Sonra peygamberlik (nübüvvet), ahiret gününe, kutsal kitaplara, meleklere ve kadere inanmak gelmektedir. Bunun için bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, iman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı, iman ilmidir. İman, yalnız söz ile yapılan tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır. Taklit edilerek yapılan yani anne ve babamızdan gördüğümüzü yeterli kabul ederek güçlü bir imanı elde edemeyiz. Bu zamandaki inançsızlık, dalalet, sapkınlık fırtınaları karşısında taklidi iman çabuk söner. Tahkiki yani araştırıp güçlendirilmiş bir iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkiki imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyet’i dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkiki imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesofl ar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez. İşte bu yüzden tahkiki imanı ders vererek imanı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’an ve iman hakikatlerini eserleri okumak zorundayız. Bu eserler içinde Bediüzzaman’ın yazıp neşrettiği Risale-i nur külliyatı en güzellerinden bir tanesidir. Bu eserleri sebat ve devam ve dikkatle okumayı alışkanlık edinenler Allah’ın izni ile Şeytan’ın ve nefsin vesveselerine karşı güçlü bir imana sahip olur. Bunun için Kur’an-ı Hakîm’in imani ayetlerini bu asra bakan yönleri ile izah eden yüksek bu Kur’an tefsirine sarılmak gerekiyor, vesselam…