Kuantum teorisinin en çok itiraz alan yönü şudur: ”Bir sistem aynı anda birkaç farklı durumda bulunabilir”. Max Born ve Broglie isimli bilim adamları 1926 yılında “dalgaların fiziksel bir dalga olmadığını, bir ihtimal dalgası olarak yorumlanması gerektiğini” söylediler. Böylece ”Parçacıkların durumu tabiî bir belirsizlik taşımaktadır” iddiası ile Max Born 1954 yılında Nobel ödülünü alıyor.

Bu “belirsizlik ilkesi” denilen şeyi, aklı başında olan bir insan kabul edemez. Zira “Düzensizlikte düzen vardır, düzensizlik veya kaos da bir düzendir” demek birbiri ile zıt kavramların aynı anlamda kullanılması demektir ki, en başta deli gömleği giymekten başka bir şey değildir. Bir şey “Hem sıcaktır hem de soğuktur” gibi bir önerme ortaya çıkar ki bunu kabul etmek imkânsızdır.

Kuantumcuların bir kedi örneği vardır. Schrödinger’in kedisi adı verilen bir deneyde “bir kedinin aynı anda hem ölü, hem de diri olduğu” bir durumdan bahsediliyor. “Üst üste gelme olgusu” adı verilen bu iddiaya göre belirsizlik, karmaşa, düzensizlik almış başını gidiyor.

Elbette birçok bilim adamı bu görüşlere itiraz etmekte ve bu görüşe katılmadığını açıkça söylemektedir. Zira kâinatta insanın kirli eli dokunmadıkça bir nezafet, bir düzen, bir temizlik ve intizam hemen göze çarpmaktadır. Başıbozukluğu ve karmaşayı gösteren en küçük bir delil yoktur.

Aslında kuantumcu bilim adamların kaos, karmaşa, belirsizlik ve düzensizlik dedikleri şeyler, ölçüm âletlerinin yetersizliklerinden dolayı yapmış oldukları deneylerden istedikleri sonucu çıkaramadıklarının bir itirafıdır.

Mesele basitçe şudur: Bir iddia ortaya atıyorsun, sonra bunu deneylerle ispatlayamayınca “Efendim işte belirsizlik, kaos vardır” diyorsun. Buna gülmemek elde değildir. Kuantumcuların kedi örneğine karşı Kastamonulu bir vatandaşın yola astığı tabelâ ile cevap verilebilir;

Bencileyin, yolda çok kaza olduğunu görmüş, bir yazı asarak gelen geçeni ikaz etmek istemiş. Lâkin konuştuğu gibi yazmış:

“Daş düşebülü… Ayı çıkabülü… Herşey olabülü…”

İşte bu kuantum fizikçileri aynen böyledir. Belirsizlik ve karmaşa icat edip “her şey olabülü…” diyorlar. Zaten Allah’a inanmayan felsefenin yolu bu değil midir? Her şeyi Allah’ın kudret eline vermek yerine “kendi kendilerine olmuş” veya “sebepler yapmış” diyerek bataklığa saplanıp durmaktan vazgeçmiyorlar.

Felsefecilerin Allah’a inanan bir kısmı ise; sebepleri kanun ve kurallar içine sokamayınca, o noktada keser ve “İşte Allah bunu yaratmıştır” der.  Fakat bu durum tehlikelidir. Zira silsile ve sebepler ortaya çıkınca kolayca imanını kaybedebilir. Bu ne kadar imanlı bir bakış açısıdır, düşünmeye değer. Zira birisi kuantumcular gibi bir iddia ortaya atınca “Hah! bak bunun sebebi de buymuş” diyerek yeniden dalâlet yollarına sapma tehlikesi vardır.

İmam-ı Gazali, İbni Sina ve Farabi gibi büyük felsefe âlimlerini bazı noktalarda küçük görmüş, onlara basit bir mü’min kadar dahi değer vermemiştir. Zira felsefenin Kur’ân’ı dinlemeyen dalaletli yolu, felâketten ve perişanlıktan başka bir şey değildir.

Rabbimden bütün mü’minlerin imanla yaşamasını, öylece ölmesini, aynı şekilde haşirde diriltmesini niyaz ediyorum, vesselam…