Özellikle Ramazan aylarında bir kişinin Kur’an-ı Kerim’i okuyup hazır bulunanların da takip ederek veya dinleyerek hatmetmeleri yani Mukabele geleneği doğmuştur. Buna mukabil hadis kitaplarının hatmedilmesi pek yaygın bir gelenek değildir. Fakat Meclis’in açılışında da görüldüğü gibi Türkler tarafından uygulandığı bilinmektedir. İşte dini değerlere önem veren “Ehli Sünnet vel-Cemaat” bu ülkenin kurucu değerleri arasında en önemli yeri tutmaktadır. Bu gerçekler göz önünde dururken faşist İtalyan Mussolini’nin devletçilik, kafatasçı milliyetçilik ve faşist cumhuriyetçiliği kurucu ilkeler diyerek halkımıza dayatmak; yüzsüzlüktür, yalancılıktır ve halkımızı ahmak yerine koymaktır. Ülkemizin kurucu değerleri denilince; İslam’ın ve halifeliğin korunması ile birlikte “misak-ı milli” denilen vatan topraklarının kurtarılmasını hedefleyen milli yemini de unutmamak gerekir. Fakat maalesef milli yeminimizi Lozan’da bize bozdurdular ve vatan topraklarımız İngilizler başta olmak üzere Yunanlılara peşkeş çekildi. Evet, tekrar etmekte fayda vardır. Kurucu değerlerimiz; İslamiyet ve vatan topraklarının bir bütün olarak muhafaza edilmesidir. O dönemde moda olan faşist ilke ve devrimler değildir. Bu gerçekleri tespit ettikten sonra kurucu ilkelerimizin nasıl değiştirildiğini ve milli değerlerimizle çatışan bir hal aldığını söyleyebiliriz. 1924-1950 yılları arasındaki tek partili ve muhalefeti kabul etmeyen baskıcı rejim tarafından önce “Devletin dini İslam’dır” maddesi kaldırılarak işe başlanmış ve nihayetinde 1937 yılında faşist ilkelerin dayatılması ile büyük bir yıkım gerçekleştirilmiştir. Şimdi bu yıkımı nasıl durdurabilir ve hangi asgari müştereklerde birleşerek sosyal barışı sağlayabiliriz ona bakalım: Devletimizin kurucu ilkelerini bu noktada ileri sürmeyeceğim. Zira İslam’ın özü olan Kuran’ı ve Son İslam Peygamberi Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın sünnetini imanı zedelenmiş bir topluma anlatmak güçtür. Bunun yerine bütün dünyada kabul görmüş cumhuriyet, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü kriterlerini öne sürebiliriz. Bu üç maddeden biri olan cumhuriyeti asla tek partili ve baskıcı olarak görmemek gerekir. Bilakis hürriyet ve özgürlüklerin genişçe uygulandığı; dindar insanların aşağılanıp ezilmediği bir asgari müşterek anlayışı ile sorunları kolayca aşacağımızı düşünüyorum. Buna karşılık ağzından çıkan her sözün emir olarak uygulandığı ve içki masalarından idare edilen devlet adamlarının ilkeleri ile toplumun birleşmesi mümkün değildir. Eğer putlaştırdıkları ve herkesin önünde serfürü etmek zorunda kaldığı kişilerin; dinsiz ve imansız sözlerini, asgari müşterek olarak sunanlar ile kıyamete kadar anlaşamayacağımızı bilmelerini isterim. Her şeyden önce benim dinime inançlarıma saygı gösterilmesini isterim. Bu kadarını dahi yapamayan inkılap softalarına “yürrü taş arabası!” demekten başka çarem kalmaz, vesselam…