Mucizelere inanır mısın” dedi bir meczup;”dünyanın renginin, bir günün sabahında değişebileceğine inanır mısın” diye ekledi.”Yağmurların, yeryüzünün bütün kötülüklerini yıkayabileceğini düşünür müsün?”dedi. Sordu durdu kendine; cevabını bilemediği, sıraya girmiş tüm suallerini.
Bir âşık tebessümüyle dokundu, meczubun ünlemli sükûnetine…”Yüreğimi çıkarıp da yerinden, ne vakit avuçlarımın içine alsam; o zaman düşünürüm bende, kalbimin yerinden fırlayıp da, gök mavisi rengine değebileceğine ve o zaman inanırım mucizelerin o şahane gücüne ”dedi.
Mucize ya; hep ulaşamadıklarımızın, çeyiz sandıklarında sararmaya yüz tutmuş kıymetleri midir? Yoksa aniden gelen mutluluklarımızın, çığlıklarında mı gizlidir… Bazen haberimiz olmadan, bir mucizenin sesi oluruz; bazen de unuturuz, aslında sahip olduğumuz o engin hissiyatın, yüreğimizin asıl mucizesi olduğunu. Bilemeyiz ki; gözlerimizin aslında kalbimizden kopan, iki parça olduğunu. Dilimizin; yürek kıyısı olduğunun farkında olmadan, dökeriz cümlelerimizi rastgele.
Ne vakit; imkânsız cümlelerle üzerini örttüğüm umutlarımın tozunu alsam, kalbimin sihirli raflarında dizili, soru kitapçıkları dökülür gözümün önüne… Yüreğimin deneme sınavına emanet olur hislerim…
Ah o harika sorular, her biri kenarına tebessümlerle tik atmalı cümleler serpiştirir gibi; gönül sayfama. Koca bir his bulutundan, mutluluk yağmurları yağdırır gibi. Bir mucize nefes gibi, insanın ömrüne ekstradan ömür depolaması gibi sorusuyla cevabının aynı isme ait olması…
Sen hiç ellerindeki uçurtmanın ipine sımsıkı tutunup, gitmek istedin mi uzaklara. Kaçmak istedin mi tozpembe hayallerinden, ayrılığın o en katıksız sarısına gem vurup da, ardına bile bakmadan, kaybolmak istedin mi kendinde?
Kırmızılara boyalı aşklardan korkup da, masmavi gökyüzüne sığınmak istedin mi bir nefes gibi… Beyazların masumiyetinde bir kar tanesine emanet edip de kalbini, erimek istedin mi sahip olduğun hislerinle. Hani o,en sevdiklerim dediklerinden vazgeçtin mi; gitmek istedin mi gülüşlerinin vatanı olan yüreklerden. Sen hiç bir ipe boyun büktün mü çaresizce, gecelerden taşan sızılarını, kimselere emanet edemeden, uçmak istedin mi bulutlara?
Bir uçurtmaya gebe kaldın mı; uçmayı bile bilmeden, uçmak istedin mi hiç? Kanadı kırık bir misali hissettin mi kendini, sesinle dertleştin mi; kimsesizliğini yüreğine resmedip…
Sonra; evet tamda ummadığın bir anda, gönül inşaatının çöküşünü izlerken, onca gürültünün arasında, bir sesin sıcaklığınla ısıttın mı kalbini? Mucize dedin mi sana mutluluklar süren bir hisse? Sebep bildin mi bir mucizeyi nefesine... Saatleri anlamlı kılan bir duyguya tembih ettin mi “gitme” diye… Yaşamaksa eğer bu; şah damarımdan atan bir mucizeye emanet ediyorum yüreğimi…