24.  Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı (hâşâ) istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüş idi. Onların zannını tekzip etmek için, Meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışlamıştır. Lâkin yine korkmuş başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder diye, ne kadar kuvveti varsa Ayasofya Camiinde meb’usana hitaben feryat etmiş demiştir ki: “Meşrutiyeti, meşruiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrad ve avâm-ı nas kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki namaz sahih ola”  Meşrutiyet nizamının ehlisünnetin dört mezhebine uygun olduğunu dâvâ etmiştir.

25.  Gazetelerde ikazlar yaparak gazetecileri uyarmıştır.  Demiştir ki: “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli”.

26.  Defalarca isyan ve kalkışmayı önlemiştir. Korkarak halkın siyasete karışarak asayişi ihlâl etmesine karşı uygun lisan ile heyecanı teskin etmiştir. Bayezid’de talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetişmiş bir derece heyecanı durdurmayı başarmıştır.

27.  İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) namıyla bir cemiyet teşekkül edilince korkarak bu mübarek ismin altında bazılarının suiistimallerini önlemeye çalışmıştır. “Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez” diyerek fenalıkları önlemiştir.

28.  Sultan Selim’ Han’a biat ettiğini söyleyerek “ittihad-ı İslâm” fikrini kabul etmiştir.

29.  Askerlerin siyasete karıştığını görüp engel olmaya çalışmıştır. Bir gazetede yazarak: “Şimdi en mukaddes cemiyet, ehl-i iman askerlerinin cemiyetidir. Umum mü’min ve fedakâr askerlerin mesleğine girenler, neferden seraskere kadar dâhildir. Zira ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve ilâ-yı kelimetullah, dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Umum mü’min askerler tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir. Millet ve cemiyet onlara intisap etmek lâzımdır. Sair cemiyetler, milleti, asker gibi mazhar-ı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir” diyerek askerlerin siyasetten uzaklaştırmıştır.

30.  Mart’ın otuz birinci günündeki dehşetli hareketi görmüş ve halkı anarşistlikten kurtaran şeriat lafzını yalnız görmüştür. Anlamıştır ki iş fena, itaat muhtell, nasihat tesirsizdir. Yine o ateşin söndürülmesine teşebbüs etmiş isyanı bir derece bastırmıştır. Harbiye Nezaretindeki askerler içine Cuma günü ulema ile beraber gitmiş gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri itaate getirmiştir. Nasihatleri çok tesir etmiştir ki, şöyle demiştir: “Ey asâkir-i muvahhidîn! Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâmın nâmusu ve haysiyeti ve saadeti ve bayrak-ı tevhidi, bir cihette sizin itaatinize vabestedir. Sizin zabitleriniz bir günah ile kendi nefsine zulmetse, siz bu itaatsizlikle üç yüz milyon İslam’a zulmediyorsunuz. Zira bu itaatsizlikle uhuvvet-i İslâmiyeyi tehlikeye atıyorsunuz. Biliniz ki, asker ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika hercümerç olur. Asker neferatı siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahittir. Siz şeriat dersiniz, hâlbuki şeriate muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedar ediyorsunuz. Şeriat ile Kur’ân ile hadîs ile hikmet ile tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü’l-emre itaat farzdır. Sizin ulü’l-emriniz, üstadınız, zabitlerinizdir. Nasıl ki, mâhir mühendis, hâzık tabip bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezâlik, münevverü’l-efkâr ve fenn-i harbe âşinâ, mektepli, hamiyetli, mü’min zabitlerinizin bir cüz’î nâmeşru hareketi için itaatinize halel vermekle Osmanlılara, İslâmlara zulmetmeyiniz. Zira itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlâhî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yedin kuvveti de itaat ve intizamdır. Zira bin muntazam ve mutî asker, yüz bin başıbozuğa mukabildir”.

31.  Doğu’nun perişan halini görüp anlamıştır ki dünyadaki saadet üniversitelerle olacak. Tâ ki din âlimleri fenlerle ünsiyet peyda etsin, alışsın. Ve o saik ile İstanbul’a gelmiş Padişah II. Abdülhamid’e müracaat etmiş fakat müracaatı yerine maaş ve ihsan-ı şahane verilmiştir. Bediüzzaman bunu kabul etmeyip reddedince hapse ve tımarhaneye atılmıştır. Zira ihsanı şahaneyi yani Padişah’ın özel hediyesini kabul etmemek tarihte eşine rastlanmayan bir durumdu.

32.  İslâm ülkelerinin merkezi ve rabıtası olan hilâfet makamını korumak maksadıyla Sultan Abdülhamid Han Hazretlerine nasihat etmeye çalışmıştır.  Demiştir ki: “Münhasif Yıldızı (sarayını) darülfünun et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl-i hakikat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömr-ü sâni yolunda sarf eyle!”

Bu maddeler çok daha fazla çoğaltılabilir. Fakat maksat Bediüzzaman Said Nursi’yi tanımak tanıtmak olmasından dolayı bazı soruları bahane ederek yazmaya çalıştım. Fakat Bediüzzaman’ı tanımanın en iyi yolu onun hayat hikâyesini ve kahramanlıklarını madde madde yazmak değil şaheser eser olan Risale-i Nur Külliyatını okumakla mümkündür. Kim ki bu eserleri anlayarak okur ise zamanın mühim bir âlimi olabilir, vesselam…