Orta Gelir Tuzağından Kayıtdışılığı Önleyerek Kurtulabiliriz (2)

Berlin Duvarının yıkılması ile birlikte kapitalizm ile komünizm arasında bir yüzyıldan fazla devam eden siyasi rekabetin sonu gelmiş en sonunda komünist bir devlet olan Çin dahi kapitalizmin acımasız tüketim çarklarına boyun eğmiştir. Eski komünist ülkelerle birlikte diğer gelişmeye çalışan birçok devlet, Batılıların tavsiyelerine uyarak yapılması gerektiği iddia edilen her şeyi yapmış fakat olumlu sonuç alamamışlardır. Aynı derecede istekli olmamakla birlikte bu ülkeler; bütçelerini dengelemiş, sübvansiyonlarını kısmış, yabancı sermayeye kucak açmış ve gümrük duvarlarını yıkmak zorunda kalmışlardır. Fakat bu çabalarının karşılığında büyük ölçüde düş kırıklığına uğramışlardır. Zira pek çok ülkede ekonomik sıkıntılar artmış, halkın gelirleri azalmış, endişe ve kızgınlık ortaya çıkmıştır. Son 25 yıllık süreç adeta “açlık, kargaşa ve talan” yılları olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra dünyanın çoğu ülkesinin vatandaşları için önerilen yollar, tavsiye edilenin aksine istikrarsızlığa yol açmıştır. Batı ülkelerinde geçerli olan iktisadi zafer; diğer ülkelerde ekonomik ve siyasi yıkıma yol açmıştır. ABD’li ve Avrupalı liderler çare bulamadıkları bu gidişe eski sıkıcı derslerini tekrarlamaktan başka bir şey yapamamışlardır. Dedikleri en önemli hususlar şunlar idi: “Paranızı istikrara kavuşturun, protestocuları göz ardı edin ve yabancı sermayenin geri dönmesini bekleyin”. Ekonomik sorunlara bunlardan başka ciddi çareler sunamamışlardır. Hâlbuki gelişmekte olan ülke ekonomilerini mercek altına aldığımızda; sırf yabancı sermaye gelmesi ve para politikaları ile bunun yeterli olmadığı rahatlıkla görülmektedir. Ulusal paraların istikrara kavuşması, serbest ticaret, şeffaf ve faizsiz bankacılık uygulamaları, kamu kuruluşlarının özelleştirilmeleri, ekonomik gelişme açısından faydalı olmuştur. Bununla birlikte defalarca tecrübe edildikleri halde geri kalmışlıktan kurtulma ve ciddi manada refah sağlanama konusunda yeterli olmamıştır. Hele hele orta gelir tuzağına düşen ekonomiler adeta bataklığa saplanmış gibi bu noktada patinaj yapmaya devam etmektedir. Latin Amerika Devletleri başta olmak üzere dünyanın yeterince gelişmemiş birçok ülkesinde, Batılıların çare olarak sunduğu reformların başarısız kaldığı tarihsel bir gerçektir. Fakat hala Batılı ülkeler; bu iddialara karşı çare olarak sundukları reçetelerin hatalı veya yetersiz olduğunu kabul etmemekte ve direnmeye devam etmektedirler. Devamlı olarak Protestan reformunu yapmamakla, müteşebbislik ruhunun olmaması ile ve bu ülke insanlarının zekâ seviyesinin düşük olması nedeniyle başarısızlığı izah etmeye kalkışmışlardır. Halbuki böylesine küstahça bakış açısı dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemez. Çünkü ifade edilen eksiklikler; somut ve tespit edilen gerçekler üzerine değil soyut ve küçümseyici bir bakış açısı ile açıklanmaktadır. Bu durum ise insanların aklı ile alay etmek ve sayısı milyarları bulan insanı küçük görmekten başka bir şey değildir. Japonya, İsviçre ve ABD’nin California eyaletinde olduğu gibi farklı yerlerdeki başarıları açıklayan izahlar; Doğu Avrupa, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinde fakirliği açıklayamamaktadır. Bunun sebebini “geri kalmışlık” veya “kültür” olarak izah etmek hakkaniyetli ve inandırıcı değildir