Zira Batı ile dünyanın diğer ülkeleri arasındaki farklılığı sadece kültür ve zekâ seviyesi ile açıklamak ırkçı ve ötekileştirici bir yaklaşımdır. Hatta bazı Batılı ülkelerde yeniden ortaya çıkan radikal milliyetçi çıkışlar olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu görüşleri eleştiren yazar ve sosyal bilimciler; son zamanlarda ortaya çıkan “Medeniyetler Çatışması” adı altındaki çatışmacı anlayışın; bu tezleri beslediğini iddia etmektedirler. Aslında aşırı milliyetçiliğin temelinde bu sakat ve ırkçı Batı anlayışının rolü büyüktür. Gerçek durumun daha farklı olduğunu düşünen iktisatçılar; gelişmekte olan ülkelerde ve eski komünist ülkelerin şehirlerinde, müteşebbislerin adeta kum gibi çok olduğunu görmüşlerdir. Bunu örneklerken bir Ortadoğu çarşısından geçmeyi veya bir Latin Amerika kasabasında yürüyüş yapmayı önermektedirler. Mesela Moskova’da taksiye binerken bir şeyler satmaya çalışan binlerce insana rastlamanın mümkün olduğunu şahsi teşebbüs oranının çok yüksek olduğunu ifade etmektedirler. Ayrıca bu ülke insanlarının çok yetenekli ve coşkulu olduğunu da söylemektedirler. Neredeyse sıfır denecek bir sermaye miktarıyla para kazanma işinde Batılı gelişmiş ülkelerin hiçbir yerinde rastlanamamaktadır. Modern teknolojiyi kavrama ve kullanmaya son derece ehil olan bu insanları, müteşebbis ruhu olmamakla suçlamak doğru bir yaklaşım değildir. Peki, bu ülke insanları; acınacak dilenciler ve işlevsiz kültürlerinin aciz mahpusları değil ise Batıya koşan servet ve sermayenin bu ülkelere gitmemesinin sebebi nedir? Bu sorunun cevabını; sermayenin etkisi ve kökeni üzerinde durarak cevap bulabiliriz. Ekonomik gelişmenin anahtar kavramları arasında yer alan sermaye üretme yeteneği, orta gelir tuzağından kurtulmanın en önemli maddesidir. Üzerinde çok fazla durulmayan fakat gelişmişliğin en önemli dinamiği olan sermaye (capital) konusunda Marx’tan günümüze kadar tarihsel derinlikle izah eden çalışmalara pek rastlanmamaktadır. Fakat bu bakış açısı ile ekonomik gelişmeye odaklanıldığı takdirde çok önemli tespitlerde bulunmak mümkündür. Batılı ülkelerin ekonomik ve sosyal hayat olarak gelişmelerinin en önemli dinamiği ve sebeplerinden bir tanesi budur. Zira sermaye üretme yeteneği, işgücünün verimliliğini arttıran ve ulusların servetini arttıran ciddi bir kuvvettir. Gelişmiş ülkelerdeki ekonomik sistemin can damarı ve kalkınmanın temeli arasında sayılmaktadır. Ekonomik olarak gelişmemiş ülkeler, kalkınmak için ne denli büyük bir şevk içinde bulunmuş olsalar dahi üretemedikleri en önemli hususlardan birisi budur. Asya, Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika’daki ülkelerde çeşitli araştırmalar yapılmış bu ülkelerin kalkınmak için gerekli varlıklara sahip oldukları görülmüştür. Hatta en fakir ülkelerde bile yoksul insanların birikim yaptıkları gözlenmiştir. Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar çok önemli gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Öyle ki; fakir ülkelerdeki birikimin değeri 1945 yılından günümüze kadar almış oldukları dış yardımların toplamından yaklaşık 40 katı olduğu bizzat sahada yapılan çalışmalar sonucunda tespit edilmiştir. Örneğin Mısır’da fakirlerin biriktirdikleri servet, Süveyş Kanalı ve Assuan Barajı da dâhil olmak üzere bu ülkeye yapılan dış kaynaklı doğrudan yatırımların 55 misline sahiptir. Latin Amerika’nın en fakir ülkesi olan Haiti’de fakir insanların toplam varlıkları, Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı 1804 yılından beri yapılan dış kaynaklı yatırımların 150 katından daha fazladır.