Ramazan ayında insanlar hayr için adeta birbirleriyle yarışırlardı. Yapılan yardımlarda diğer aylara nazaran gözle görülür ölçüde artış yaşanırdı. Varlıklı kişiler, hiç tanımadıkları semtlerde bakkallara gidip zimem defteri denilen yani günümüzdeki veresiye defterini alıp rastgele içinden bir sayfa açar ve söz konusu kişinin borcunu tamamen öderdi. Hatta tüm defteri satın alanlarda olurdu.

Ramazan ayında çocuklar da unutulmamıştır. İlk defa oruç tutmaya başlayan çocuklara hediyeler verilir, alışkanlık olsun diye tam gün tutamayan çocuklara ise öğle vaktine kadar oruç tutturulur ve buna tekne orucu denilirdi. Çocukları oruç tutma konusunda teşvik eden ve destekleyen bu davranışlar, ramazanın önemini anlatmak için oldukça etkili bir yöntemdi, böylece çocuklar bu kültüre ve ibadete daha sıkı bağlanmaktaydı.  Ramazan ayında işverenler  çalışanlarına daha da müsamahalı davranır onları yormamak için gayret gösterirlerdi.

Sahur vaktine kadar Karagöz, ortaoyunu gibi programlar yapılır, yetenekli insanlar hünerlerini sergilerdi. Lokmalar dağıtılır, şerbetler içilir ve Ramazan ayı genel olarak bir şenlik bir festival havasında geçerdi. Sahura doğru ortaya çıkan davul ve mani geleneği de Ramazan sonuna kadar devam ederdi.

Ramazan ayının ortasında padişah, yeniçeriler için baklava alayı düzenlemekteydi. İstanbul’da her Ramazan büyük bir coşkuyla halk tarafından merakla beklenen bir gelenekti. En yetenekli baklava ustalarının imal ettiği baklavalar Silahtar Ağa’nın ilk tepsiyi padişah adına almasıyla nizami bir tören şeklinde yapılırdı. Her on askere bir tepsi baklava düşecek şekilde hazırlıklar yapılır her bölük amiri önde olmak suretiyle baklava sinilerini taşıyan askerler onun arkasında saray kapısından çıkar ve kışlalara doğru yürüyüş başlardı. Bu gelenek askere bir iltifat niteliğindeydi. Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla da bu gelenek  son bulmuştur.

Ramazan ayının bir başka geleneği de huzur dersleriydi. Padişah huzurunda, sarayda yapılan tefsir derslerine bütün devlet erkanı hazır bulunur, öğle namazından başlayıp ikindi namazına kadar devam ederdi. Hadisi şerif dersleri yapılır, mukabeleler devam edilir ve eğitim ve ibadet hep canlı tutulurdu.

Ramazanın son günlerinde itikafa girilir, bol bol tefekkür edilir ve Ramazan ayının bereketinden istifade edilirdi. Son günlerin gelmesiyle bereket ayının gidişinin hüznü gelen bayram ile yerini sevince bırakırdı. Özellikle çocuklar için ayrı bir önem taşırdı bayramın yaklaşması. Bayramdan birkaç gün önce yapılan alışveriş ile çocuklar bayramlıklarını giyip sokakta dolaşırdı. Sokakta dolaşan bu çocuklara ise “arife çiçeği” denilmekteydi.

İki minare arasında Ramazanın  büyük habercilerinden biri de mahya sanatıydı. Günümüzde belli yerlerde devam etse de bu sanatın ustalarının her geçen gün azalmasıyla bu gelenekte yavaş yavaş geçerliliğini kaybetmeye yüz tutmaya başlamıştır. Güllaç, pişi ve kahve de Osmanlı Ramazan geleneklerinde ayrı yeri olan lezzetlerindendi ve özellikle sofraların çok kıymetli lezzeti güllaçlar 3 İhlas 1 Fatiha okumadan ateşe verilmezdi. Bolluk ve bereketin sembolü olarak görülen nar taneleriyle süslenen güllaçlar ramazan sofralarının da vazgeçilmez lezzetlerindendi.

Bizlerde bu güzel gelenekleri miras bırakan atalarımıza rahmet okuyor ve bu vesile ile mübarek ramazan ayınızı tebrik ediyoruz.