Teşebbüs-ü Şahsi yani girişimcilik bir ülkenin kalkınması için en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bediüzzaman daha asrın başında Doğu Anadolu’da yaptığı seyahatlerinde girişimciliğe dikkat çekmiş ve onları teşebbüs-i şahsiye dediği girişimciliğe teşvik etmiştir. Şafiilerin imama uymuş bile olsa namazdaki Fatiha’yı her bireyin okumasının dinin emri olduğuna dikkat çeker. Bunu girişimciliğe delil ve örnek gösterir. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayetinin de “Teşebbüs-ü şahsiye”ye davet ettiğini nazara verir.Onları Doğu insanının dindarlığına uygun olan meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmaya ve girişimci olmaya çağırır. Hür bir zeminde yola çıkan bir müteşebbis elbette başarılı olacaktır. Bunun için emniyetin tesisi şarttır. Geleceğine güvenle bakamayan bir müteşebbisin harekete geçmesi beklenemez. Bediüzzaman 1910 senesinde Doğu ilerine yaptığı seyahat Osmanlı dönemine rastlamaktaydı. Devletin ırkçılığa ve farklılıkları inkâra dayanan politikaları yoktu ve Kürtçülüğe dayanan bir terör de söz konusu değildi. Bediüzzaman o dönemin şartlarında “hür teşebbüs”ü tavsiye ediyordu. “Ağam bilir” umursamazlığını tenkit ederek herkesi hürriyet içinde kalkınmaya davet ediyordu. “Husumet ve adavetin vaktinin bittiğini” söyleyen Bediüzzaman “İki Harb-i Umumi, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı – tecavüz olmamak şartıyla – adavetinizi celp etmesin” demektedir. Muhabbetin sebeplerini sayarken komşuluk yanında “iman, İslamiyet, cinsiyet ve insaniyet”gibi nurani bağlar olduğunu ifade eden Bediüzzaman “İman ve İslamiyet”in bu bağlamdaki önemine değinir. Devamında “cinsiyet ve insaniyet” gibi ortak değerlerin de bütün insanları, ırkları ve dilleri ne olursa olsun, sevgi ile birleştirmesi gerektiğini ifade eder. Bediüzzaman bilhassa Müslümanların “komşularını, hemcinslerini insan olmak yönüyle sevmelerinin” dinin emri ve gereği olduğuna dikkat çeker. “Muhabbet, uhuvvet ve sevmek İslamiyyetin mizacıdır, rabıtasıdır” der. Müslümanları tüm insanlarla ve bilhassa komşuları ile dost olmaya davet eder. Sevgi ve muhabbetin oluşması ise ırkçılığın terk edilmesine ve farklılıkların birer zenginlik olarak kabul edilmesine bağlıdır. Doğu’nun önemli şair ve ediplerinden olan Şeyh Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.” İdarecilerin ve devletin toplum üzerindeki en önemli görevi asayişi ve barışı korumaktır. Müslüman ülkelerin birliğini ve beraberliğini sağlayacak, eğitime ve maddi-manevi terakkiye sevk edecek olan dindir. Dini referanslarla yapılan bir teşvik ve sakındırma halk üzerinde daha müessir olur. Birliği sağlayacak olan ancak dindir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “İnnemelmü’minuneihvetünMü’minler kardeştir” buyurur. Mü’minlerin ortak inancı olan iman kalplerin birleşmesi ile sonuçlanır. Bu da toplumda birliği ve beraberliği temin eder. Bediüzzaman bu hususu “Tevhid-i imanî elbette tevhid-i kulübü (kalplerin birliğini) ister; vahdet-i itikat dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder”- diyerek imanın sağladığı birlik bağlarının binleri geçtiğini ifade etmektedir. İman bağı güçlü bir şekilde inananları birbirine bağlar.