Kâinatta cereyan eden bütün olayların dizgini; kudreti sonsuz olan Allah’ın elindedir. Hiçbir canlı yoktur ki; Allah onun perçeminden tutup boyun eğdirmesin. Dilediğini rezil eder, dilediğini ise muzaffer eder. O halde her şeyden önce Allah’ın rızasını kazanmayı düşünmek ve ona göre hareket etmek en akıllıca iştir.

Kahraman Türk Milleti, bin yıldan beri İslam’a hizmet etmiş milyonlarca şehit vererek Haçlı ve Moğol gibi istilacıların önünü kesmiştir. Bu sayede bütün İslam toplumları nefes almış ve inancının gereği olan ibadetlerini özgürce yapabilmiştir.

Son üç yüzyılda ise Türklerin başına türlü türlü felaketler gelmiştir. Zira Osmanlı devletinin zenginliği ve ihtişamı, Allah yolunda cihat eden bu kahraman milleti rahata alıştırmış; İslam ahlakından ve Allah’ın emirlerinden uzaklaştırmıştır. Kısa zamanda yıkılan cihan devleti yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ise de dine lakayt bazı yöneticiler yüzünden bu cesur ve gözü pek millet; bir türlü toparlanıp ayakları üstünde doğrulamamıştır. Öyle ki; 1453 yılından beri Fatih Sultan Mehmet Han’ın fetih camii olarak hizmete açtığı Ayasofya, ibadethane olmaktan çıkarılarak ikona ve haçların bulunduğu bir puthaneye çevrilmiştir.

Nihayet 86 yıl boyunca Allah’ın huzurunda secde etmenin yasak olduğu bir müze olan bu camii, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi ismiyle kılınan cuma namazı ile 24 Temmuz 2020 tarihinde resmen ibadete açılmıştır. İşte bu tarih bir kırılma noktası olup Müslümanların yeniden şahlanmasının önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Çünkü Ayasofya’nın camilikten çıkarılıp müze haline getirilmesi, Müslümanların ayağına takılmış bir pranga idi. Elhamdülillah, bu pranga kırıldı ve yeniden cami oldu. Keza her tarafı kilise ve sinagog dolu olan Taksim Camiinin açılması ile birlikte askeri okullarımızda ve bazı kışlalarda da camiler inşa edilmeye başlandı.

Bin yıldan beri İslam’ın bayraktarlığını yapmış olan Türk milleti bu cami gelişmelerinden sonra yeniden diriliş dönemine girmiştir. İslam medeniyetinin güzelliklerini, zarafetini ve Türk milletinin kahramanlığını dosta ve düşmana göstermiş olan bu millet, Osmanlı Devletinin küllerinden yeniden doğmaktadır.

Camilerin İslam uygarlığının gelişmesindeki rolünü anlamamız ve bunu genç nesillere anlatmamız önemlidir. Zira bunu idrak etmede zorlanan çok sayıda insan vardır. Camiler İslam toplumunun kalbi olup ortak lisanın meydana gelmesinde mühim bir rol üstenmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in ve Hazreti Peygamber’in (asm) mesajlarını en güçlü seviyede cemaatle namazdan ve Cuma hutbelerinden alabiliriz. Yüz yıllardan beri camilerde meydana gelen güçlü manevi atmosfer; Müslümanların ruhuna ve yaşamına aksetmektedir.

Camileri kapatarak başımıza gelen musibetler çoktur. Başımıza gelen birçok felakette camilerin amaçları dışında kullanılmasının ve Ayasofya’nın müze haline gelmesinin rolü büyüktür. Çünkü Fatih Sultan Mehmet Han’ın bedduasına ve lanetlemesine maruz kalmış bir toplum haline getirilmiştik. Artık manevi surlar parçalandı ve İslam’ın parlak ve nurlu sancağı yeniden dünyanın her yerinde dalgalanmaya başlamıştır. 14 Mayıs 1950’den beri Ezan-ı Muhammedi (asm) yerine getirilen ve şarkı sözlerine benzeyen sözler bir daha cami minarelerinden okunmuyor. Zira hayatına mal olmuş olsa da Adnan Menderes ve arkadaşları ezanı orijinal şekline dönüştürmüş ve “Allahu ekber” sadaları bütün dünyadan işitilmiştir.

Ayasofya’dan okunan ezanların, aynı 15 Temmuz 2016 tarihinde İslam düşmanlarına vurulmuş bir tokat gibi fakat daha güçlü bir şekilde yankılanmasına şahit oluyoruz. Bu kutsal namaza çağrı sadası cami minarelerinden okunduğu zaman; 15 Temmuz’da darbeci askerlerinde büyük bir korku ve paniğe neden olmuş milletimizde ise müthiş bir manevi uyanış başlamıştır.

Bunu fark eden hükümet yetkilileri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan elinden geldikçe camilerin yeniden ihya edilmesine ve kapatılmış olan camilerimizin açılmasına çalışmaktadır. Allah emeği geçen bütün yöneticilerimizden de razı olsun.

Önce Kovid salgın süreci ve sonrasında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile başlayan ekonomik ve sosyal sarsıntılar; Türkiye’ye yeniden güç vermeye başlamıştır. Çok kısa zamanda Suriye, Irak, Azerbaycan ve Libya’da askerlerimizin gösterdiği başarılar; bütün gözlerin üzerimize dönmesine yol açmıştır. Türk silahları ve geliştirilmiş olan teknolojilerimiz, savaş stratejilerinin gözden geçirilerek yeniden yazılmasına yol açmıştır.

Şimdi ise yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Yakın zamana kadar Batılı ülkelerin şamar oğlanına dönmüş ve ABD’nin her 8-10 yılda bir beynini yıkamış olduğu askerlere darbe yaptırdığı Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ye girmesine takoz koyabilecek kadar onurlu bir siyasi güce erişmiştir.

Daha önceki yıllarda Batılı ülkelerin ekonomik ve askeri tehditleriyle kolayca hizaya getirdikleri bu kahraman millet; artık dünyanın bütün büyük güçlerine kafa tutmaya başlamıştır. PKK terör örgütüne verdiği desteği çekmeyen İsveç ve Finlandiya gibi ülkelere “eğer ikna etmek için gelecekseniz zahmet edip yorulmayın” diyecek kadar kendinden emin bir politika uygulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, izzetli ve onurlu bir millet olduğumuzu bütün dünyaya ilan etmiştir.

Artık Necip Fazıl’ın dediği gibi “öz yurdunda garipsin öz vatanında parya!” sözü ortadan kalkmıştır. Bu gelişmelerin yankıları bütün İslam dünyasında da görülecektir. Batıya karşı ezik duran Müslüman toplumlar şimdi daha dik ve onurlu bir şekilde Türk kardeşleri gibi mücadele etmeye başlayacaklardır, vesselam…