Fransız devrimi ve sonrasında çıkan komünizm, eşitlik konusuna vurgu yaparak sınıfsız toplum hayali ile yeryüzünü kana bulamışlardır. Bu konuda İslami duyarlılıklara sahip birçok insan da kulağa hoş gelen “eşitlik” kavramından etkilenmiş komünistlerin süslü sözlerine aldanmışlardır. İnsanlar arasında eşitliği kutsayan sözler sarf etmek hatta insanları tarağın dişleri gibi görmek çok büyük bir yanılgıdır. Eşitlik eğer kanun önünde olursa bir anlam ifade eder. Peygamber efendimiz (ASM) kendi kızı Fatıma dahi suç işlese had cezasının verileceğini buyurmuştur. Bu hususu günümüze tatbik edersek kırmızı ışıkta geçen her sürücü aynı cezaya çarptırılacaktır. Buna “kanun önünde eşitlik” diyebiliriz. Fakat hukuk alanı dışında insanları eşit görmek insanlara yapılacak en büyük haksızlıklardan bir tanesidir. Örneğin ben Allah’a inanmayan birisi ile nasıl eşit olabilirim? Yaratılan her varlığı kendi kendine olmuş veya sebepler yapmış veya tabiat ana böyle dilemiş diyen bir ahmak insan ile kendimi nasıl eşit görebilirim? Bir edebiyatçıyı ele alalım. Yeryüzündeki güzellikleri kendi diline göre tasvir edip şiir şeklinde kağıda dökmüş bir kişi ile hayatında hiçbir kitabı okumamış edebiyattan haberdar olmayan bir insan nasıl eşit olur? Son bir örnek de sanat alanından olsun. Çocukluğundan beri çalışarak enfes ziyafetlere adını yazdıran usta bir aşçı ile soğanın cücüğünden başka lezzetli bir gıdayı tanımayan bir insanı eşit görmek gurmelik açısından haksızlık değil midir? Fransız devrimi ve komünizm sınıfsal ayrımları reddederek boş hayalin peşinde koşmuşlar ve bu uğurda milyonlarca masum insanın kanını akıtmışlardır. Bu amaçla hareket eden komünistler vahşet ve bedeviyet devrinin insanlarına özenmektedir. Bu ise çağlar boyunca güçlenerek gelişen insanın terakkisinden nasibi olmamanın bir göstergesidir. Marx, kapital isimli eserinde sınıfsız bir toplumun hayalini kurmaktadır. Medeniyetlerin henüz kurulmadığı insanların avcılık ve toplayıcılıkla hayatını idame ettiği bir döneme vurgu yapmaktadır. Kapitalizmden sonra geleceğini söylediği sosyalist-komünist dönemin en önemli özelliklerini insanlığın ilk dönemi olan “ilkel komünal dönem” adını verdiği dönemde aramaktadır. Vahşet ve bedeviyet devri veya Marx’ın ifadesi ile “İlkel Komünal Toplum” denilen bu devir; insanlığın ilkel durumdaki ilk yaşama safhasını teşkil etmektedir. Her ferdin kendi başına yaşadığı, sosyal bir kontrol, kaynaşma ve kamu otoritesinin görülmediği bir devirdir. Aile ve mülkiyet kavramları bu dönemde henüz gelişmemiştir. Toplum dağınık ve basit bir yapı arz etmektedir. İnsanlığın bu iptidai dönemine özenmek ve bunun hayalini kurmak olsa olsa diyalektik materyalimin tuzağına düşmüş zavallılara özgü bir durumdur. Bu durumu insanların ulvi ve yüksek duyguları ile ilişkilendirmek akla ziyan bir tasnif olsa gerektir. İlkel komünal dönem; iptidai ve ilkeldir. Çünkü yerleşik bir hayat tarzı henüz ortaya çıkmamıştır. Vahşi ve bedevi (göçebe) bir hayat tarzı hüküm sürmektedir. Birlikte yaşama bilinci ve toplumsallık duygusu yeterince gelişmemiştir. Keza isim verildiği üzere bu devir cebir ve şiddetin hâkim olduğu “vahşet” devridir. Bu devirde topluluklara; güç, otorite ve kuvvet sahipleri hükmetmektedir. Aynen günümüzün Batı anlayışı gibi; kuvvet hakta değildir. Kim kuvvetli ve güçlü ise işte o kişi haklı sayılıyordu.