Afganistan saldırısından sonra ABD askerleri Irak’a saldırmış gerekçe olarak “kitle imha silahlarının varlığı” gerekçe gösterilmişti. Fakat bunun bir dalavere olduğu bizzat ABD yöneticileri tarafından itiraf edilmiştir. Afganlı mücahitler 179 yıl önce İngiltere’yi, 30 yıl önce Sovyetleri şimdi ise ABD’yi utanç verici bir bozguna uğratarak mağlup etmiştir. Bu galibiyet binlerce Afganlının şehit olma pahasına alınmıştır. Elbette yaklaşık 180 yılı aşkın bir savaş sürecinde sonuçta galip bile gelse büyük bir yorgunluk göze çarpmaktadır.

Bundan sonraki gelişmeleri ibretle izleyeceğiz. Batılıların doymak bilmez kan iştahları muhtemelen ciddi sorgulamalara yol açacaktır. Örneğin yıllarca süren bu işgal harekâtlarında saldırganlar Afganistan’da ne arıyordu? İşte asıl sorulması gereken soru bu olmasına rağmen; sanki suçlu Afganistan halkı imiş gibi akla ziyan sözler sarf edilmektedir. Bir Allah’ın kulu çıkıp da Batı emperyalizminin kana doymak bilmeyen vahşi felsefesini sorgulamak ihtiyacı duymuyor. Hakkın üstünlüğü yerine kuvvetli olanın haklı olduğunu öne süren bir vahşi Batı kuralları yeniden tartışılmaya açılacaktır.

Her türlü işin ucunda bir menfaat olması gerektiğini düşünen Batılılar; kurmuş oldukları zalim ve acımasız devletlerin ayakta kalması için güçlü bir orduya ve devamlı surette savaşmak gerektiğine inanırlar. Çünkü savaş olmadan zulme sebep olan güçlerini korumaları ve sömürdükleri insanları elde tutmak imkânsızdır. Kurmuş oldukları zalim ve acımasız devletlerinde, kendi ülkeleri içindeki düzeni; ırkçılık bağı ile sürdürmeye çalışırlar. Herkesin aynı ırktan olmasını, yok eğer bu mümkün değilse güçlü olan ırkın hegemonyası altında yaşamak gerektiğini bütün vatandaşlarına dayatırlar.

Ulus devlet sözünün altında yatan itici güç işte bu ırkçılıktır. Batı felsefesinin gayesi ise bitmek tükenmek bilmeyen heves ve arzuları tatmin etmektir. Bu heves ve arzular bazen insanlık dışı bir şekil alabilir. Bu nedenle ahlaksızlık da dâhil olmak üzere adeta bir hayvan gibi yaşamayı göze alacak kadar iğrençleşebilirler. Bundan 1443 yıl önce Hazreti Muhammed (asm) ile gönderilen İslamiyet dininde ise bu olumsuz esaslar yerine insanlığın onurunu kurtaracak müspet ve olumlu kaideler getirilmiştir. Bunların en önemlisi ise kuvvetli olmak yerine haklı olmayı önemsemesi ve haklı olanın isterse karşısındaki padişah olsun; haksız olanın önünde ezilmemesidir. İslam medeniyetinin maksadı ise Allah rızasını kazanmak için faziletli bir insan olmaya çalışmaktır.

Bir Müslüman şahsi menfaatinden çok toplumun menfaatini önemser. Çünkü karşılığını kısa bir dünya hayatında almak yerine sonsuz bir hayatta görmek ister. İslam dini savaşmayı ve insan öldürmeyi reddeder. Ancak kendisine saldırıp İslam’ı ortadan kaldırmak isteyenlere karşı cihat etmeyi kabul eder. Kimsenin Müslüman olmasını dayatmaz. “Dinde zorlama yoktur” ayeti, Allah’ın bir emridir. Müslüman olmayanın cezasını ancak Allah verecektir. Müslüman dahi olsa hiç bir kula bu yetki verilmemiştir. İslam dini, insan öldürmeyi en büyük günahlardan sayar.

Savaşmak yerine ticaret gibi insanların daha rahat ve kolay yaşamasına yarayan yardımlaşmayı ileri sürer. Toplum içindeki rabıtası ise asla ırkçılık değildir. Cahiliye âdeti olarak gördüğü ırkçılığı reddeder. Bunun yerine kardeşliği esas alır. Çünkü her insanın Allah’ın kulu olduğunu bildiği için bütün insanlara karşı sevgi besler.

İslam kelimesinde olduğu gibi barış, esenlik, mutluluk ve huzuru önemser. İslâmiyet’in insanlara kazandırdığı en güçlü duygulardan bir tanesi; ruhun ulvî hislerini besleyerek insanı olgunlaştırmak ve ahlâkî erdemlere eriştirmektir. Bu sayede nefsin, hevâ ve hevesin tecavüzlerine mâni olmaya çalışır.

İşte Batı felsefesinin ortaya koyduğu bu olumsuz esaslar sadece Afganistan’da değil bütün dünyada milyonlarca masum insanın katledilmesine yol açmıştır. Akla ziyan ve olumsuz propagandalar ile İslam’ı olduğundan başka bir şekilde göstermeye çalışan Batılı emperyalist ve gaddar insanlar; Afganistan’da olduğu gibi bir defa daha içyüzlerini gösterip perişan olmuşlardır, Vesselam…