Hayat sahibi olan canlı varlıklar da yine iç içe geçmiş daireler şeklinde ele alındığında bu defa merkezde insanın yer aldığını görülmektedir. Çünkü bütün canlılar insana hizmet etmekte ve insanın ihtiyaçlarını giderebilecek şekilde hareket etmektedirler. Göz önündeki bu gerçekliğe rağmen insanların insanlara köle veya hizmetçi olması ise kabul edilebilecek bir davranış değildir. En azından buna zorlanması insan onur ve haysiyeti açısından aşağılayıcı bir durumdur. Zira evrenin en değerli varlığı insandır.

İnsanlık âlemi ele alındığında dört unsurun önem kazandığını ve insanların zaruri ihtiyaçları haline geldiğini görebiliriz. Bunlar beslenme, giyinme, barınma ve neslinin devam ettirilmesi keyfiyetidir. İşte insanlar bu dört zorunlu ihtiyacını daha kolay bir şekilde karşılamak üzere bir araya gelmiş ve topluluklar halinde yaşamaya başlamışlardır. Yoksa başka insanlara hizmet etmek ve uşak olmak için topluluk haline gelmemiştir. Biri birlerine efendi ve köle olmak için şehirler, devletler kurulmamıştır.

İnsanlar her zaman ekonomik faaliyet, yönetim ve kültürel faaliyet alanında belli bir fonksiyon sağlayan guruplar halinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Topluluk halinde yaşayan insanlar, bir tekâmül süreci içerisinde daima kendilerini yenilemiş daha uygun ve güvenilir şartlar altında yaşamaya gayret etmişlerdir. İnsanların geleceğin daha iyi şartlarda olacağına ait hayalleri, umut ve özlemleri bu tekâmül sürecini hızlandırmaktadır. Zira daha iyi bir gelecek ancak onu düşlemek ile mümkündür.

Bir yazarın dediği gibi umut; düşümüz olduğu kadar vazgeçemediğimiz gerçekçiliğimiz, bugünden başlayarak yarını kurmanın aklıdır. Bu hakikate Kuran; “la taknetü min rahmetillah -benim rahmetimden ümidinizi kesmeyin” ayeti ile işaret etmektedir. Allah insanların geleceğe ümitle bakmasını emretmektedir.

Öncelikle üstesinden gelinmesi gereken kölelik ve sömürü düzeninin ne olduğunu anlamak daha sonra da bu insanlık onuruna yakışmayan sosyal yaşam biçiminin üstesinden gelmektir. Yaşadığımız yüzyıl, insanların büyük çoğunluğunun mutlu olduğu, özlem duyduğu, özgürlük, mutluluk ve refahtan, ne yazık ki hala çok uzaktır.

Kapitalizm, insanların sorunlarını çözmede yetersiz kaldığı gibi kendine özgü çelişki ve sorunlardan dolayı, geleceğe güvenle bakmayı ve yaşama sevincini azaltmıştır. Halen de azaltmaya devam etmektedir. Bir çeşit modern kölelik olarak ifade edilen kapitalizm, geçmişi ve bugünü ile tartışılmalı ve eleştirilmelidir. Ki gelecek ile ilgili tahminler yapmak mümkün olsun.

Kapitalizmin çelişkili ve acımasız şartları değiştirildikçe, toplum da değişip dönüşmektedir. Şimdikinden çok daha makul bir toplum yapısı olabilmesi için mevcut düzende insanların ihtiyaçlarının ve isteklerinin ne olduğunu öğrenmek ve sosyal sistemi buna göre şekillendirmek sayesinde bütün bir sistem yeniden kurulabilir.

Bugün etkili olan sermaye birikimine dayalı kapitalist sistemin yerini alacak olan malikiyet ve serbestlik döneminin nasıl olacağı tartışılarak düşünme imkânı bulunabilir. İktisadi güçlerin insanın toplum hayatında oynadığı rolleri dikkatlice inceleyerek gelecekle ilgili akıl yürütme fırsatı doğacaktır.

Modern dönemde, Batı ile Doğu Medeniyetlerinin zamanı farklı algılaması ve Batı Medeniyetinin hâkim düşünce olarak belirginleşmesi, tarihin doğrusal olarak devam ettiğine ilişkin olarak görüşlerden biri olarak benimsenmiştir. Bu düşünceye göre bireyler, kendilerinden daha etkili olan güçlerin yalnızca araçları konumundadır. Bu güçler daha çok iktisadi güçlerdir ve iktisadi alanda ortaya çıkmışlardır.

Feodal ekonomiden sanayi ekonomisine geçişle birlikte kapitalizm dönemi ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre bireylerin tarihte önemli bir rolü bulunmamakta, tarih zorunlu olarak önceden belirlenmiş bir ilerleme çizgisini izlemektedir. Fakat tarihin doğrusal değil de dairesel şekilde devam ettiği görüşü daha doğru ve isabetlidir. Daha gerçekçi bir yaklaşım olduğu çoğu düşünce insanı tarafından ifade edilmektedir.

Emaneti kübra yani insanlara verilen büyük emanet; imtihandır. İnsan, imtihanı düşünerek, tefekkür ederek ve Allah’ın güzel isimlerini öğrenerek zahiren sahip ve malik olur.. Bu açıdan isim verme konusunda, İslam düşünürlerine göre; Rabbimizin, insanları üstün tuttuğu, talim-i esma (isimlerin öğretilmesi) ile anlaşılmakta, idrak edilebilmektedir. Bu özelliği sayesinde bir tekâmül ve ilerleme çizgisinde olan insanın, diğer canlılardan ayrışması mümkün olabilmektedir, vesselam…