Ayasofya varlığı bile kesin olmayan sahte bir kararname ile kapatılmıştır. M. Kamâl bu fenalığı yaparken kimlere ne söz verdi bilinmez lakin 500 yıla yakın camii olarak muhafaza edilen bu eser şimdi vakfiyesindeki lanete ve bedduaya rağmen kapalı tutulmaktadır.
Lozan’ın gizli maddeleri arasında Ayasofya’nın bulunması muhtemeldir. Zira İstiklal Savaşı yıllarında Ayasofya işgal kuvvetlerince kiliseye çevrilmek istenmiş buna karşılık caminin içi cephane ile doldurularak “eğer gücünüz yetiyor ise gelin yapın” denilerek başta İngilizlere gözdağı verilmişti.
Fakat bizde Sabetaycılar yani gizli Yahudiler çoktur. Fatih’in emaneti olan bu Camiyi puthaneye çevirmek olsa olsa Süfyan denilen ve Müslümanlara bir yılda vereceği zararı 300 yılda kimsenin vermemiş olduğu bu dehşetli şahsın işi olabilir.
Yeniçağ, Ayasofya’nın yeniden fethedileceği tarih ile başlayacaktır. Nasıl ki Sultan Fatih İstanbul’u fethederek “yeniçağı” açmıştır. Malikiyet ve Serbestiyet asrı da Ayasofya’nın açılmasıyla başlayacaktır.
Ayasofya, Müslüman Türk halkının mukadderatına vurulan tasmanın manevi kilididir. O kilit kırılmadıkça, Asya’nın bahtı açılmaz. Ayasofya’nın açılması aynı zamanda “meşveret ve şura’nınyani meclisin siyasi hayatımızda hakiki bir esas olmaya başlayacağı dönemin kilididir. 
O kapalı olduğu sürece“Batının İslam dünyası üzerindeki baskısı devam ediyor” demektir. İslam düşmanları Ayasofya’yı puthaneye çevirerek mühürledi ise bunu kırmak hepimizin boynuna borçtur. Yoksa ceddimizin ve Sultan Fatih’in emanetine hıyanet etmiş oluruz. 
Yıllardır milletimizin beynini, istidadını ve fikrini bulandırıp İslam ile alakalarını kesmeye çalışan düşmanlarımız; askeri darbeler sayesinde bunu başarmışlardır. Fakat bu sefer yani 15 Temmuz 2016’daki teşebbüslerinde yenilgiye uğramışlardır. Erdoğan liderliğindeki Ak Parti ve meydanlara koşan halkımız, o sevdayı tar umar etmişlerdir. Şimdi ise bu başarıyı taçlandırmak gerekiyor. Bu ise Ayasofyayı putlardan temizleyerek cami yapmakla olur.
Tarihin nesnesi değil tarihin öncüsü olduğumuz 15 Temmuz 2016’da ispatlanmıştır. Onun için mazlum milletlerin sesi bizim sesimizdir.Süfyanın yani İslam Deccalinin sembolü secdeye mani olan şapkadır. Şapka aynı zamanda Demirel gibi aldatıcı politikacılarla kendisini muhafaza etmiş halk kullanmadığı halde bu masonların sembolü olarak kullanılmıştır. 
İşte şapka gibi benzer şekilde Ayasofya’da bir semboldür. Lakin bu sembol ise Süfyan karşıtlarının sembolüdür. Ayasofya bir gün mutlaka açılacaktır, ne mutlu o hizmeti yapan kişiye ve onun erlerine…
Hükümetimiz Ayasofya’nın açılması ilgili ciddi bir çaba göstermiyor maalesef. Bunların aklını başlarına getirmek için neler söylemeli acaba? Bu kadar yazı çizgi, seminer, toplantı karşısında dağlar olsa parçalanırdı. Fakat yöneticiler; kör sağır ve dilsiz olarak karşımıza çıkıyorlar. 
Fakat 24 Haziran 2018 seçim günü işte geldi çattı. Madem halkın sesi olmak istiyorsunuz işte hodri meydan. Açın Ayasofyayı milletimizin oyu size helal olsun. Bu hayırlı iş için basit bir bakanlar kurulu kararı yeterlidir. Mecliste kanun çıkarmaya dahi gerek yoktur. Çünkü bakanlar kurulu kararnamesi ile müzeye çevrilmiştir.
Ayasofya’nın açılması vakti çoktan gelmiş hatta geçmişti. Bundan korkmamak gerekir. Avrupa’dan bir itiraz sesi çıksa dünyanın dört bir tarafından bin tane taraftarlık sadası yükselecektir. Zaten Batılıların tepkisi, şu anda içinde bulunduğumuzdan daha fazla bir problem meydana getirmez! Müslümanlar gurur duyar islam düşmanları ise hıncından çatlayacaklardır.
Harikalar asrında yaşıyoruz bakın Bediuzzaman, nasıl ifade etmiş: “Eskiden beri Allah’ın adını yüceltmek, tek vücut olan İslam dünyasının bağımsızlığı ve bekası için kendisini feda etmeye görevli bilmiş, hilafete bayraktarlık etmiş bu İslam devletinin (Osmanlının) felâketi, İslam aleminin gelecektik saadetiyle telâfi edilecektir. Zira, şu musibet, hayatımızın abı hayatı olan uhuvvet-i İslâmiyyenin inkişaf ve ihtizazını (İslam kardeşliğinin yeniden doğup gelişmesini) harikulade tacil etti. Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız üç gün ölümden sonra meydanda dirilenler var…” (Sünuhat)
Kıssadan hisse bu olmak gerektir ki; İslam’ın sanat eserleri heykeller değil, camilerdir, köprülerdir, kervansaraylar ve çeşmelerdir. Medeniyet heykeller dikerek zulüm ve cinayetleri taşlaştırarak, adeta halka meydan okumak, onların karşısında serfüru etmek yani boyun eğdirmek değildir. Osmanlı ve Selçuklu ecdadımız gibi insanların hayatını kolaylaştıracak şekilde camiler ve köprüler yapmak ve bunları korumaktır, vesselam…