Suriye ve Filistin aynı coğrafyanın bir parçasıdır. İlave olarak suni bir şekilde kurulan ve hiçbir tarihi derinliği olmayan Lübnan ve Ürdün’ü de bu coğrafyanın bir parçası olarak sayabiliriz.

Bu dört ülke İngiltere ve Fransızların sömürgesi olarak 2. Dünya savaşının sonuna kadar esarette kalmış fakat sonrasında güya bağımsızlığına kavuşmuştur. Halkın çok büyük bir çoğunluğu Sünni Müslüman olmasına rağmen Hıristiyan ve Yahudi toplumlarına büyük ayrıcalıklar tanınmış nihayetinde soygun, işkence ve sürgünler ile şu andaki sınırlar zorbalıkla meydana getirilmiştir.

İngiltere ve Fransa’nın yerini son 50 yılda bu sefer ABD ve Sovyetler Birliği almıştır. Eski sömürgecilerden çok da farklı olmayan politikalar sürdürülerek bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar perişan edilmiştir.

Osmanlı Devleti zamanında “Bilad-ı Şam” olarak anılan bu coğrafyada, Müslümanlar 500 yıl boyunca huzur içinde yaşamışlardır. Ne zaman Batının kanlı eli değmiş işte sonucunda bugünkü acıklı durum meydana gelmiştir.

Nihayet 28 Ocak 2020 tarihinde ABD Başkanı Donald Trump, hiçbir ülkenin tanımadığı tek taraflı “Orta Doğu Barış Planı’nı” yanında İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte dünyaya ilan etmiştir. Güya İsrail-Filistin sorununu çözmek amacıyla oluşturulduğu iddia edilen bu plan; sorunları çözmekten ziyade İsrail işgalini meşrulaştırmayı ve Filistin’i bölmeyi hedeflemektedir.

Bu bölünmüş ve insanların neredeyse yarısının sürgün edilmiş olduğu coğrafyadaki sorunların nasıl çözüleceğine dair düşünceler tartışılmaktadır. Meseleye Suriye’yi merkeze alan bir bakış açısı ile değerlendirmek gerektiği düşünülmelidir. Zira bu bölgeye yüzyıllarca  Bilad-Şam adı verilmiş ve yöneticilerine bu isim ve unvan verilmiştir.

Şu anda dörde bölünmüş bu topraklarındaki yegane çözüm; adalet ile ve sürgün edilen insanların doğup büyüdükleri topraklara dönüşü ile mümkündür. Adaleti sağlamak için de Osmanlı Devletinin uyguladığı yönetimin esas alınması ve Müslüman toplumlara yapılan acımasızca işkencenin sona erdirilmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak yegâne ülke de; tarihsel sorumluluğu olan Türkiye’dir.

Cinayet, katliam, işkence, baskı ve sürgünler sonunda milyonlarca Müslüman acımasız bir biçimde öldürülerek sürgün edilmiştir. Halen 4 milyona yakın Suriyeli’yi Ensar gibi kucaklayarak bağrına basan Türkiye, bu konuda ciddi bir gayret içindedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Mücadele döneminden beri hareketsiz ve güçsüz bırakılan silahlı kuvvetleri neredeyse 100 yıl sonra devreye sokarak denge ve adaleti sağlamaya çalışmaktadır. Bu maksatla Fırat kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Operasyonları başarı ile gerçekleştirilmiş ve bölgede yaşayan toplumların yegane umut ışığı olmuştur.

Şimdi sırada İdlib Operasyonu vardır. Bir yandan operasyon hazırlıkları sürdürülürken diğer taraftan diplomatik ataklar yapılarak olası saldırıların önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Malumdur ki; Barış Pınarı Operasyonu esnasında neredeyse bütün Batı ülkeleri hatta Arap dünyası Türkiye’ye karşı saldırıya geçmiş kınamadan tutun da askeri teçhizat alımına ambargo uygulanmasına varıncaya dek çeşitli baskılar uygulamışlardır. Barış Pınarı Operasyonu muhtemelen bu sebeple durdurulmuş ancak Tel Abyad ve Resulayn şehirleri arasındaki 100 kilometrelik bir alanda sınırlı kalmıştı.