Bilhassa “din duygusunun daha fazla hâkim olduğu Doğu’da” geri kalmışlığa, cehalete ve her çeşit bölünmüşlüğe karşı kurtuluş çaresi, dindir. Çünkü din “muhabbet ile ittihadı, marifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü” emretmektedir. Sevgi, birlik, beraberlik, ilim, fikirlerin beraberliği ve uyumu, kardeşlik, yardımlaşma ile kalkınma politikaları sonuç verir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırımlar ve kaynaklar israf olup gider. Bediüzzaman’a göre bu konudaki çalışmalarda samimiyetin ölçüsü “muhabbet, hürmet ve merhamettir. ” Zira “Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekârlıktır. ” Devletin bu konudaki görevi gerek yeraltı ve yerüstü, gerekse insan kaynaklarının kullanımında planlama, güven oluşturma ve yardımlaşmayı kolaylaştırmayı sağlamasıdır. Bu hususlar da yine dinin kutsal emirleri ile takva ve salâbet-i diniye ile olur. İnancı sarsılmış ve ahlakı bozulmuş bir toplumu idare etmek çok zordur. Türkiye gibi bir ülkede güveni sağlamak ve yardımlaşma unsurlarını harekete geçirmek ancak din ile olur. Asayiş ve güven oluşturulduktan sonra kalkınma politikaları rahatlıkla uygulanabilir. Teşebbüs-ü Şahsi yani girişimcilik bir ülkenin kalkınması için en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bediüzzaman daha asrın başında Doğu Anadolu’da yaptığı seyahatlerinde girişimciliğe dikkat çekmiş ve onları teşebbüs-i şahsiye dediği girişimciliğe teşvik etmiştir. Şafiilerin imama uymuş bile olsa namazdaki Fatiha’yı her bireyin okumasının dinin emri olduğuna dikkat çeker. Bunu girişimciliğe delil ve örnek gösterir. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayetinin de “Teşebbüs-ü şahsiye”ye davet ettiğini nazara verir. Onları Doğu insanının dindarlığına uygun olan meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmaya ve girişimci olmaya çağırır.Hür bir zeminde yola çıkan bir müteşebbis elbette başarılı olacaktır. Bunun için emniyetin tesisi şarttır. Geleceğine güvenle bakamayan bir müteşebbisin harekete geçmesi beklenemez. Bediüzzaman 1910 senesinde Doğu ilerine yaptığı seyahat Osmanlı dönemine rastlamaktaydı. Devletin ırkçılığa ve farklılıkları inkâra dayanan politikaları yoktu ve Kürtçülüğe dayanan bir terör de söz konusu değildi. Bediüzzaman o dönemin şartlarında “hür teşebbüs”ü tavsiye ediyordu. “Ağam bilir” umursamazlığını tenkit ederek herkesi hürriyet içinde kalkınmaya davet ediyordu.“Husumet ve adavetin vaktinin bittiğini” söyleyen Bediüzzaman “İki Harb-i Umumi, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı – tecavüz olmamak şartıyla – adavetinizi celp etmesin” demektedir. Muhabbetin sebeplerini sayarken komşuluk yanında “iman, İslamiyet, cinsiyet ve insaniyet” gibi nurani bağlar olduğunu ifade eden Bediüzzaman “İman ve İslamiyet”in bu bağlamdaki önemine değinir. Devamında “cinsiyet ve insaniyet” gibi ortak değerlerin de bütün insanları, ırkları ve dilleri ne olursa olsun, sevgi ile birleştirmesi gerektiğini ifade eder. Bediüzzaman bilhassa Müslümanların “komşularını, hemcinslerini insan olmak yönüyle sevmelerinin” dinin emri ve gereği olduğuna dikkat çeker. “Muhabbet, uhuvvet ve sevmek İslamiyyetin mizacıdır, rabıtasıdır” der. Müslümanları tüm insanlarla ve bilhassa komşuları ile dost olmaya davet eder.Sevgi ve muhabbetin oluşması ise ırkçılığın terk edilmesine ve farklılıkların birer zenginlik olarak kabul edilmesine bağlıdır.