Misak-ı Milli’ye dâhil oldukları halde Batum, Batı Trakya, 12 Ada dahil bazı adalar, Kıbrıs, Antakya ve Halep Lozan heyetinin hıyaneti nedeniyle elimizden çıkmıştır. Boğazlar meselesi ise Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal eden birçok madde ile birlikte askerden arındırılmış bölge haline getirilmişti. Kabul edilmeyen Musul meselesi hariç neredeyse her konuda başarısız olmuştuk. Lozan’a giden heyetin başındaki İsmet Paşa, böyle bir müzakere için gerekli olan lisan bilgisinden ve tecrübeden yoksundu.

Bu heyetin içinde Yahudi Hahambaşısı Haim Naum’un bulunması ise neden böyle bir sonuç alındığının en önemli göstergesidir. Lozan heyetinin karar alamadığı fakat daha sonrasında satılan Musul-Kerkük meselesi İngilizlerin katakullileri ve Tek Parti Diktatörlerinin gizli anlaşmaları ile resmen satılmıştır. Bu konuda ne kadar söz söylense azdır. Konu daha sonra 1926’da Haliç Konferası’nda ve ardından Cemiyet-i Akvam’da görüşüldü. Ancak Ankara’da 14 Haziran 1926 tarihinde gece yarısı bir anlaşma imza edilerek, Musul İngiliz mandası olarak Irak’a bırakılmıştır. 25 sene boyunca petrol gelirlerinden Türkiye’ye yüzde 10 verilmesi kabul edilmiştir. BMM’de, 27 Şubat’tan 6 Mart 1923’e kadar süren görüşmelerde, M. Kamâl’e muhalif mebusların oluşturduğu İkinci Grup, hükümetin Musul politikasını ağır şekilde eleştiriyordu. Grubun lideri Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey “Efendim, Cemiyeti Akvam İngiliz şurasından başka bir şey değildir… Eğer aczimiz varsa resmen veririz.

Kendi kendimizi aldatmayız efendiler... İngilizlerden Mısır’ı aldınız, Kıbrıs’ı aldınız mı efendiler? Musul’u bugün sana vermeyen yarın niçin versin? Şimdi efendiler, eğer feda etmek icab ediyorsa millete yalancı bir sulh, yarım bir sulh getirmeyiniz (…) Bir sene sonra Cemiyeti Akvam vermezse harb edeceğim diye aldatmayınız!” diye bağırıyordu kürsüden. Meclisteki diğer milletvekilleri, Musul’un vatan toprağı olduğunu söyleyerek Musul’un kesinlikle bırakılmamasını istiyorlardı. Ortam öyle gergindi ki, o ana kadar duruma pek müdahale etmeyen M. Kamâl, İsmet Bey’in diplomatik tecrübesinin yetersizliğinden yakınan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü. Bu fedakâr zat, sonunda M. Kamâl’in muhafız komutanı olan Topal Osman tarafından şehit edilmişti. İşlerin ters gittiğini gören M. Kamâl derhal seçim kararı aldı.

Bu arada 18 Nisan’da Lozan Barış görüşmelerinin ikinci turu başladı ve taraflar Musul konusu hariç, diğer konularda anlaştılar. Muhaliflerden temizlenen Meclis’de Lozan Anlaşmasını onayladı. Milletimize büyük geçmiş olsun. Şimdi Kuzey Irak’ta Barzani yönetimi bağımsızlık için referanduma gidiyor. Bu durumun kabul edilmesi mümkün değildir. Türkiye’nin anlaşmalardan doğan bazı hakları vardır. Her şeyden önce Musul Kerkük vatan toprağıdır. Bu bölgede kurulacak bir devleti tanımayacağımız gibi ülke toprağı olmasından dolayı işgal hakkımız bile bulunmaktadır. Sonuç olarak şu hususu çok net bir biçimde söyleyebiliriz ki halkın seçmediği büyük güçler tarafından yönetici koltuğuna oturtulan darbeci diktatörler hamiyet duygusundan uzak olarak vatan toprağını satmakta hiç tereddüt etmemektedirler. 100 yıl önce satılan topraklar günümüzde yine darbeci diktatörler tarafından kolayca satılmaktadır. İşte Mısır örneği gözümüzün önündedir. Kıbrıs’ta 57 yıldan beri bu satış işini gerçekleştiremeyen batılı güçler şimdi son bir gayretle amaçlarına ulaşmayı denemektedirler. Bu arada ülkemiz; yılan, çiyan, sırtlan ve çakallar tarafından her türlü saldırı altında iken, FETÖ örgütüne destek olmak gayesi ile başlatılan yürüyüşü de ibretle seyretmektedir. Bir an önce neticelenmesini beklediğimiz ve suçüstü yakalanan darbecilerin yargılanması esnasında yapılan bu eylem, çok manidardır. Halkımız elbette bunun hesabını seçim meydanlarında soracaktır. Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…