Sözlükte “verilene razı olmak” anlamına gelen kanaat, dini bir kavram olarak kişinin elinde bulunanla yetinmesi, dünya nimetlerinden kısmetine düşene razı olması demektir. Kanaat az ile yetineceğim diye tembellik edip az çalışmak, az kazanmak demek değildir. Müslüman, helâl yönden gücü nisbetinde çalışmalı ve kazanmalı, israfa kaçmadan gerektiği gibi harcamalı ve hayırda bulunmalıdır. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Sizden biri, mal ve yaradılış bakımından kendisinden üstün olana değil, aşağıda olana baksın.

Böyle yapmak, Allah’ın verdiği nimetleri küçük görmememiz için gereklidir.” (Müslim, Zühd, 8) Peygamberimiz “Müslüman olmuş kimseye, muhtaç olmadan yaşayan ve kanaat eden kişiye ne mutlu!” (Müslim, Zekât, 43) buyurmuştur. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Kanaat etmemek şükürsüzlüktür, nankörlüktür.

Kişiyi dünyada da âhirette de mutsuz eder. Dolayısı ile kanaatkâr olmalı, insanların elindeki imkânlara bakıp “falan kişi çok iyi durumda, biz perişanız!” gibi sözlerden sakınmalıyız. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikak 15) Bu sebeple Kanaat en büyük zenginliktir.

Maddiyatçı arzuların kölesi olmamak için, gönlü tokluğun zenginliğine talip olmamız gerek. Kanaat, yetinmeyi bilmektir. Dünya elimizde olmalı ama kalbimize girmemelidir. Gönlü tok olmayan ne kadar zengin olursa olsun fakirdir. Mal kazanma hırsı insanı sınır tanımazlığa götürür. Mal ve mülke karşı tok gözlü olmak gerektiği gibi şan ve şöhrete karşı da tenezzül etmemek gerekir.

Kanaat, dünya varlıkları karşısında dengeli bir tavrı ifade eder. Ne aşırı aç gözlü olmak, ne de aşırı israfçı. En güzeli ikisinin ortası dengeli ve güzel bir tavırdır. Kanaatkâr olmayan insanlar hiçbir zaman zengin olamazlar. Yani malları çok olsa bile gözleri doymaz, ruhları doymaz ve kalpleri tatmin olmaz.

Bir ömür boyu huzursuz ve mutsuz yaşar ve ölürler. Dünya malına, servet ve zenginliğe, mevki ve makama aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmayan kötü huylardandır. Rasûlullah (s.a.s.), nefsânî arzularına râm olan insanın aç gözlülüğünü şöyle tasvir buyurur: “İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” (Buhârî, Rikāk 10) Aç gözlü, haris birisine bütün dünyayı versen doymaz.

Lâkin kanaatkâr insan, bir kuru ekmekle doyar. Açgözlülük insanı dünyada huzursuz ettiği gibi, onu haksızlığa yönelteceği için âhiretini de perişan eder.

Rasûlullah (s.a.s. şöyle buyurur: “Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın.” (İbn Mâce, Zühd 24) Dünya ve âhirette mutlu, huzurlu olmak için, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurur: “Kanaat eden kimse kurtuluşa, mutluluğa ermiştir.” (İmam Suyutî, Câmiu’s-Sağîr, c. 1, s. 362, Hds. 768 )Kanaat, sabır, şükür ve duâ kişiyi rahatlatır, huzur ve mutluluk kazandırır.