Kocasının vefat etmesi veya sağlık sorunu nedeni ile çalışmak zorunda kalan kadınların durumu ayrıdır. Bu durumda olan kadınların çocuklarının geçimini sağlamak için çalışma hayatına girmesi saygı duyulacak bir durum olup kimsenin itiraz etmeye hakkı olamaz.

Uzun lafın kısası: “Bir kadının rahat ve mutluluğu yuvasındadır”. Zira kadına gösterilen saygının en önemli sebebi yaratılıştan gelen güzellikleridir. Günahtan kaçınmak; kadının en cazip ve erkeğe güzel gelen tarafıdır. İster çalışsın isterse çalışmasın iff etsiz bir kadın ne kadar güzel olursa olsun erkeklerin saygı ve sevgisini kazanamaz, güzel görünemez. Daima aşağılanıp hakarete uğrayacaktır. Bu nedenle hayâsını muhafaza ettiği ölçüde kadın; güzel, değerli ve saygındır. Çalışma konusunda erkekler ile kadınlar arasında çok büyük farklar vardır.

Özellikle aile içerisinde çok güzel bir işbirliği vardır. Erkekler dışarıda zor ve pis işlerde çalışırken kadınlar ev işlerinde çalışırlar. Bir kadının annelik kadar zevkle yapabileceği daha güzel başka bir iş yoktur. Erkekler fiziksel olarak kadınlardan daha güçlü olarak yaratılmışlardır. Kadınların fiziği daha narin buna mukabil şefkat duygusu çok güçlüdür. Bu nedenle toplumun çekirdeği olan ailelerde çalışma konusunda bir iş bölümü yapılmıştır. Normalde erkekler para kazanıp ailenin geçimini sağlarken kadınlar onlardan daha fazla evde çalışıp çocukları büyütmekte ve aile ekonomisini ayakta tutmaktadır.

Yüzyıllarca süren bu gelenek son yüzyılda ne yazık ki değişmiştir. Günümüzde tüketim toplumu meydana getirmek için adeta bütün insanlık ücretli köle haline getirilmek istenmiştir. Ailenin ortadan kalkmasına yol açacak şekilde kadınların çalışma hayatına atılması teşvik edilmektedir. Öyle ki bunun bir tuzak olduğu dahi anlaşılamamıştır. Yıllar önce bazı yazarların “İki Gelir Tuzağı” yani “The Two Income Trap” kitabını tercüme ederek kadınları çalışma hayatına sokmanın ne derece tehlikeli olmaya çalıştığını anlatmaya çalışmıştım. Fakat bu gayretlerim hala görünmezlikten gelinmiştir. Fakat yine tekrar anlatayım: Vahşi kapitalistler tüketim ekonomisi yolu ile kadınları çalışma hayatının ağır, pis ve kirli işlerine sokup ev hanımlığını kötülemişlerdir. İşin daha kötüsü üniversiteler, devlet ve kapitalist toplumun ileri gelenleri el birliği ile kadınları yuvasından çıkarmak için büyük çabalar harcamış ve halen de devam etmektedirler.

İlginçtir ülkemizin ihtiyaç duyduğu çok önemli sağlık ve kalkınma projelerine tek kuruş destek vermeyen Avrupa Birliği kuruluşları; kadınları çalışma hayatına sokmak için milyonlarca dolarlık fonları devreye sokmaktadırlar. Yapılan sadece bu kadarla kalsaydı iyiydi. Bu kurum ve kuruluşlar ev hanımlığını da değersizleştirmek için her türlü çirkin propagandayı da yapmaya başladılar. Ev hanımlığını küçültmek, bu kurumların yaptığı bir psikolojik savaş taktiğidir.

Kültürel olarak her çeşit eylem yapılmaktadır. Bu savaş aynı zamanda uzun vadeli ve stratejiktir. Bu tuzağa karşılık olarak ev hanımları işlerini, dünyanın en iyi mesleği gibi görmelidir. Nasıl evdeki kıyafetle dışarıdaki kıyafetler farklıdır; aynı şekilde ev hanımının da farklı rollere bürünmesi ve talip olması gereklidir. İslam emir ve hükümlerini yok sayan feminizm, kadının özgürleşmesini evden çıkıp iş hayatına atılması gibi absürt bir mantığa bağlamıştır.

Bunun sonucunda da ev hanımlığı meslek olarak değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. Ev hanımlarının bu konuma gelmesinin ana nedeni modernizmin getirdiği tezlerdir. Kapitalist sistemde insanın “üretim yaptığı kadar değerli” olduğu, safsatasını geliştirmiştir. “Kadın çalışırsa özgürdür, üretime katılmalıdır” tarzındaki düşünceler ev hanımlığını değersiz görmektedir. Ev hanımlığı ve çocuk yetiştirmek; iş olarak benimsenmemiştir. Modernizm, çalışmayı; öğretmenlik, mühendislik veya sekreterlik yaparak üretime katılmak olarak görmüştür. Bu nedenle değişen anlayışlar sonucunda kadının özgürleşmesinin çalışmayla eşdeğer olduğu anlayışı ön plana çıkmıştır.