Şeb-i Yelda’ya müpteladır ömrümüz... Kayıp hayallerin yamaçlarında yürüyüşünü sürdürürken dünya, avuçlarımızdan kayıp gidiyor umutlar çoğu zaman öyle ya... Yine de bir bekleyiştir hayat, bir sabrediş...  Bir mücadeledir vakit sahrasında... Türlü düşler kırılır gider sabaha varamayan gecelerde. Türlü hevesler solar yorgun nefeslerde...

“Hakikat aramakla bulunmaz amma ki bulanlar arayanlardır”  diyor ya hani... Hayat; bir arayış işte... Bekleyiş, sabrediş, arayış...

İnsan bu, hangi mevsime tutulsa ruhu, bir başka mevsimi hevesler ve başka iklimlerde arar süruru... Oysa yağan yağmur kadar umut eker doğan güneş hissine... Kar düştüğü kadar sarılıverir rüzgar kimsesizliğine... Tükenmek bilmez kimi zaman ruhuna sarılan yalnızlık amma kulak tıkar kıymet bilmezce güzelliğin sesine... İnsan bu, nisyan ile malul olan, insan işte... 

Gelin, kapatalım tüm defterleri, görelim tüm hesapları... Gelin değerlendirelim artık bütün fırsatları... Açan güneşi sevelim sevebildiğimiz kadar ve yağan yağmurları... Hatta yollarımızı kapatan kışı sevelim ve sevelim zemheriyi... Sevelim aydınlığımızı gölgelediği zaman gölgeyi...  Velhasıl, vaktin hangi aralığında hangi dehlizden geçiyorsa ömrümüz, sevelim geçtiğimiz yeri... Sevelim ve kıymet atfedelim de geçtiğimiz yere... Sevgi ve kıymet bulalım göçtüğümüz zaman, göçtüğümüz yerde...