Sendeyim Şehr-i İstanbul
Hayat yolculuğumuz! İki istasyon arasında geçen seyrü sefer gibi değil midir? Hayatta olduğumuz yer ile olmak istediğimiz yer arası. Bu iki durak arasında geçiyor ömür denilen olgu. Bir sonra ki durakta seni kimlerin, nelerin karşılayacağını bilmeden varılan puslu istasyonlar. En çok da denize ağ atan balıkçıların sesinde saklı o yaşam denilen muamma: Rast gele!
Denize ağ atan bir balıkçının ağına takılan , rast gele anlarından biri ,sizinle beni bu istasyonda buluşturan. Sıradan anlardan sadece birini yaşarken, görünmeyen bir ses : “madem o kadar çok söyleyecek sözün, savunacak fikrin var! Al sana bir kürsü yazar mısın” deyiverdi! Yedi düvene söz yetiştiren ben kala kaldım. Tabiri caizse sonsuzluğa düşme hissi yaşadım. Fuzulinin ‘’Su Kasidesi’’nde anlatmaya çalıştığı gibi; Her insanın bir gönül ateşi vardır ve o ateşi söndürmeye gün gelir sular kar etmez. Gönül ki muma benzer, içindeki can ipliği durmadan yanar. O yangına su serpmek ateşi canlandırır. Söndürmek için insanın kendi gözyaşında boğulması gerekir. Benim de gönül ateşim vardı. Bu ateşi söndürebilmenin tek çaresiyse yazmaktı. O ateşi söndürecek suyu bulma telaşım burada bulunma sebeb _i telifim.
Yüreğimden yüreğinize sımsıcak bir merhaba. Bendeniz Hülya… 
Birden bire karşınıza çıkıveren ‘’hayatınızın davetsiz misafiri’’bir insan. Sizin gibi yaşıyorum. Basit, sıradan, insani ! Belki de tek farkımız; sıradan hayatların altından akıp giden ‘’sır nehirlerine ‘’ olan merakım.
Hayatı sorgulayarak yaşayanlardanım. Sokakta yanımızdan geçip giden insanların iç dünyalarını, kilit altı duygularını, sapkınlıklarını, korkularını, fantezilerini, hüzünlerini, sevinçlerini havada yakalayıp kalemimin ucuna esir etme gibi tuhaf bir sızma isteğim var bilinmedik hayatlara. Dünyaya baktığım küçük, mavi pervazlı bir pencerem, yeryüzünde ayaklarımın bastığı iki adımlık bir toprağım var. Ben yazdıkça saklı bahçenin sırlarına ermeye çalışacağım, siz okudukça satır aralarında kendi hayatınızdan izler bulacaksınız. Âdem’den günümüze doğmuş tüm insanların bir hikayesi yok mu? Kıssalardan hisse çıkarma hali olacak bizimkisi.
Kehanet rüyaları harcım değil. Benimkisi gündüz rüyalarını yorumlamak. Kırıcı olmak yok lugatımda.Hayata dair,insana dair görünen eksikliklerimizi yama yapıp ‘’kalp köprüsü’’ kurmak amacım sizinle.Demem o ki dört kapının önünde sürüyor yolculuğumuz,kazasız belasız ‘’Hakikat kapısının ‘’kilidini bulabilme gayretimiz.Kırk makamın içinden süzülüp, bazen utanarak bazen gururlanarak menzile ulaşma telaşımız.Dünyaya gelmişiz bir kere çaresi yok, yolu bitireceğiz.Dünya ! Acımasız, sert, ahd_ i dert hali. Neresinden anlamaya çalışsan nafile. Gölgelerin oyunu kolay anlaşılır gibi değil. Yol uzun! İnsanız, eksiğiz, anlamaya aklımız perdeli, ondandır doğru kapının önüne gelene kadar bir çok kez yanlış kapıları çalmamız. Hayat bu ! Bu kadar karmaşık bu kadar basit. Yolumuza yarenlik ederken gaflete gelip saparsak yoldan, hemen yargısız infaz etme beni. Hakikat tekse de rivayet çoktur, senin sözünü de dinlerim. Hata kullara mahsustur deyip affederiz, affedelim, af dileyelim beraberce. Hayat bir gizemdir. Bir anın bir ana dostluğu çok görülen bir şey değildir.Hileci dünya işte. Dün benim varlığımdan haberin yoktu, bu gün karşılıklı birbirimizin hayatlarına ayna tutmaya çalışıyoruz. Hayat böyledir işte fakat hikaye ! Her an süprizlere hazırlıklı yaşayacaksın. Asolan insanca sevgiyle, barış içinde yaşamayı başarabilmekte.O dönek dünya ki hiçbir sorunun yanıtını vermez Adem oğluna.Alacağını alır,vereceğini bırakır, seninle hesaplaşma zahmetine bile girmez.Sana bahşedileni alıp kabul etmekten başka seçenek sunmaz.
Merhaba ben Hülya!
Hayatın bir noktasında buluşan iki yabancıyız. Şimdilik !
Ya ne arslan davalı ne ceylan davacı deyip beni görmezden gelir iki yabancı kalırız ya da arslanın önüne ot ceylanın önüne et koyup dostluk köprüsünü kurarız. Nasıl ki dil ile ‘’ateş’’demek dili yakmaz, “su’’ demek susuzluğu gidermez’’ekmek’’demek karnı doyurmazsa ‘’dost’’olduk demekle de dostluk olmaz. İkimizde çabalamalıyız. 
Görmüyorum fakat tahmin edebiliyorum! Elinde gazeten muhtemelen daha afyonun patlamamış bu satırlara kadar gelebildiysen olanı biteni anlamaya çalışıyorsun. Gözün önce resme sonra başlığa takıldı büyük ihtimal. Yeni bir yüz yeni bir ses! Dur bakalım ne diyor dedin! İstersen durma. ol burada kesersen aklın burada ,bende kalacak.İyisi mi gel devam et.Oku da kurtul benden.
    Sen de halen dünyanın yaşanabilir bir yer olduğunu düşünenlerdensen bendensin demektir. Öyle ya kaç saf yürekli insan kaldı ki bunun böyle olduğunu düşünen. Olsun ! gel biz seninle güneşi önce kendi içimizde doğuralım sonra dünyanın ölmüş çiçeklerine el birliğiyle can verelim.Var mısın ? Seyir defterimiz karalandıkça ne olaylara tanık olacak,ne duyguların ateşinde yanıp,saklı günahların gizini paylaşacağız,kim bilir kaç düşüncemiz kanlı_bıçaklı düşman kesilecek! Aldırmayalım. Göçebe misali yolumuza devam edelim.Önde ‘’Fareli köyün kavalcısı arkada biz ,yol bizi nereye götürürse.Onuncu köyden kovulmaları göze alarak.
   Isındık birbirimize farkındayım. Soğuk kalpten sıcak söz çıkmaz sende bilirsin. Kelimelerimle ısıtamadıysam halen seni ,sen iyisi mi kendine bir çay söyle.
Keşke gerçek olup fırlayıversem karşına bir çay da bana söylesen. Dertleşsek uzun uzadıya. Şimdi böylesi sana da haksızlık!
Ben kurdeşenlerimi döküp, ağzımda ıslatamadığım baklayı da eline verip çekileceğim köşeme. Seni dinleme zahmetine bile girmeden.
Adaletsizlik var mı bu işte? 
Var! Söz söyleme sıranı bekleyeceksin çaresiz. Tıpkı benim beklediğim gibi.
Okudum ! okudum anlamadım. Sorguladım anlatamadım! Ya da anladıklarım anlatılanlara uymadı !
Dönüp baktım arkama ne kavalcı var ne köy ! Tıpkı senin gibi.
Oysa anlayamadığımız; cevap vermek zorunda olduğumuz kişi, yalnızca kendi benliğimiz, bir tek kendi vicdanımızmış çok zaman sonra anladım! Hayatın kör noktalarında ışık yine kendi içimizdeymiş!
Ne oldu hasta mısın?
Yüzün pek bir beyazımsı!
Daha da beyazlayacak. Oysa bunlar sadece önsözdü. Tanışmamızın hatrına. Yani anlayacağın daha başlamadık söze. Tanışıklık gerek ya sohbete o fasıl bizimkisi.
Yüzünüzde kırık bir tebessüm gördüm sanki!
Bir şeyler mi kıpırdadı içinizde?
Şimdi fark ettim kıpırtı içinizde ki isli lambanın, söndü sönecek fitilinin oyunu .
Kahkahalarla gülüyorum kendime.
İlahi ben 21.yüz yılda gaz lambasının işi ne?
Hissedebiliyorum sende gülümsüyorsun. İlk sıcaklık ilk dokunuş diyelim kalpten kalbe.
    Kurulu çarkın çemberine çomak değdirmek hayra alamet değilse de dokunacağız ara ara. Amacımız düzen bozup kafa karıştırmak değilse de ! Arı yuvalarına değnekle yaklaşmayı göze alan taliptir deriz iğnesine de!
Düşün bakalım bir daha ki buluşmamıza kadar!
Günahlarını, sevaplarını, noksanlarını kendine itiraf edebilecek kadar faziletli misin sende?
Hayatın zorluklarına karşı hayatı ve insanları sarıp sarmalayabilecek sevgin var mı yine de?
Ya ! Elini, belini, dilini,gözünü haramdan sakınabilecek iraden ?
Sessiz çığlıklarını duyar gibiyim. Nerden çıktı bu karşıma diyen sesin geldi bana, dert etme!
Kasvetlendin  biraz sanki. İçin karardı .Oysa üç_beş satır önce de gülümsemiştin hatırla!
Demem o ki; Yeri gelir kahkahalarla güleriz ağlanacak halimize ,yeri gelir ağlarız mutluluktan sebep illegal duygularımızla.Tabuları yıkar,klişe düşünceleri zincirler, bakarız keyfimize.
Bir şeyler şekillendi sanırım beynimizde. Aramızda ki kağıttan duvarı kaldırıp cam paravan koymaya çalıştım satırlarca, her satıra bir ayna yerleştirip, bir daha ki görüşümüz yüz yüze olsun diye.
Hadi kalkın gidiyoruz şimdi; yüreğimizin götürdüğü yerlere.Havada kahve kokusu,toprakta yağmur….
İlk buluşmamızın son sözleri bizim Yunus dan olsun uygun düşerse sizcede!
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için ,
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Hoşça bakın zatınıza….