Medyanın gücüne atıfta bulunmak için dördüncü kuvvet tabiri kullanılır. Bu güç bazen ikinci/veya/üçüncü güç olarak da karşımıza çıkabiliyor dönemin siyasi ve ekonomik yapısına göre.
Bu derece önemli/ve/etkin bir güç ile ilişkili olan iletişim fakültelerinin hali ise maalesef istenen düzeyde değil. Genel olarak gözlemlenen sıkıntılardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum —bunların çoğunlukla taşra bölgelerinde görüldüğünü ifade etmek gerekir.
– Teknik alt yapıya ve eğitmen kadrosuna sahip olmadan fakültelerin açılması: İletişim fakültesi, medyanın gücünden istifade etmek isteyen üniversite yönetiminin kurumunda bulunmasını istediği bir fakülte konumundadır. Fakülte ile birlikte üniversite kendi radyo ve televizyonunu da açma hakkı elde etmektedir. Yönetim medya araçlarını kullanarak propaganda yapabilir, kendi gücünü sağlamlaştırabilir. Fakat maalesef öğrenciler pek düşünülmez. Öğrencilerin eğitimi için gerekli alt yapı yeterince kurulmaz ve öğretim kadrosu oluşturulamaz. Diğer fakültelerin takviyesi ve öğretim üyeleri ile dersler işlenmeye çalışılır. Sonuçta, “ana akım medya nedir?” diye sorulduğunda şaşıran öğrenciler mezun olur.
– Alan ve bölüm adlarındaki karmaşıklık: İletişim fakültelerinde, Radyo Sinema Tv, Sinema Tv veya Radyo Tv gibi birden çok alanın birleştiği bölümler açılmaktadır. Şahsen ben Radyo Sinema Tv bölümünden mezunum. Şimdi düşünün, dört yıllık bir lisans eğitiminde hem radyo hem sinema hem de televizyon üzerinde uzman olmam gerekiyor. Hepsinden parça parça bilgi verilmeye çalışıldığından ötürü hiçbirinde uzmanlaşmaya gidilemiyor maalesef. Böyle olunca da dört yılın heba olduğu hissine kapılıyor insan. Hâlbuki bölümler gerekirse ayrışmalı ve o bölüme göre uzmanlaşma sağlanmalıdır. Diğer bütün bölümlerde eğitim bu şekilde veriliyor. Bu şanssızlık iletişim fakültelerinin sıkıntısı olmaya devam ediyor.
– Zaman zarfının fazla, teknik bilginin az olması: İletişim fakültelerinde açılan bölümlerin çoğu teknik bölümlerdir. Bu bölümlerde öğrenciler ezberci anlayıştan kurtularak uygulamaya yönelebilmelidir. Sınavdan sınava verilen notlardan sorumlu olunduğu müddetçe, anlık “ezberle-geç” metodunun ortadan kalkması imkânsızdır. Ve dört yıllık sürede verilen derslerin birçoğunda içerik birbirine benzemektedir, bazı dersler de içinde bulunulan zamanın koşullarına göre gereksiz kalmaktadır.
İki aylık yapılan staj bir öğrenciye ne katabilir? Çoğu zaman staj yerleri imzadan imzaya gidilen yerler olmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
– Mezun olan öğrenciler kimlik bunalımı yaşamaktadır: Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü öğrenciler mezun olduklarında ne yapacaklarını şaşırmış bir halde bulunuyorlar. Çünkü ne olacaklarını, ne yapacaklarını kendileri de bilemiyorlar maalesef. Uzmanlaştıkları bir alan yoktur ve okudukları lisans programı da kendilerine bir kimlik kazandıramamıştır. Diğer fakültelerden mezun olanların çoğunlukla bir unvanı vardır, Dr., mühendis, öğretmen gibi. Ama iletişim fakültelerinden mezun olan öğrencilerimiz ne söyleyeceklerini bilememektedir. Genellikle verdikleri cevap ise şöyle olmaktadır: “İletişim fakültesi mezunuyum. Üniversitede kalabilirim veya medyada çalışabilirim.” “Medyada hangi pozisyonda çalışacaksın?” sorusuna ise verebilecekleri tatminkâr bir cevapları bulunmamaktadır. Üzerinde düşünülmesi gereken acı bir durum maalesef.
– Medya okuryazarlığı dersi ve formasyon meselesi: İletişim fakülteleri teknik bir fakülte özelliğine sahip. Son zamanlarda ortaya çıkan ve kimin vereceği konusunda sıkıntıların yaşandığı bir konu medya okuryazarlığı dersi. Medya okuryazarlığı dersi iletişim fakültesi yerine eğitim fakültesi mezunları tarafından veriliyor. İletişim mezunlarının formasyon almaları halinde bu dersi verebileceği belirtiliyor. Kimlik sorunu yaşayan iletişimciler bu sefer de formasyona yöneliyorlar. Benzer bir sorun TRT’ye diğer bölümlerden mezunların alınmasında yaşanıyor.
Sorunları saymakla bitmeyen iletişim fakültelerinin sayıları maalesef her geçen yıl artıyor. Buna karşın ne öğretim kadrosu uzmanlaşıyor ne de mezunların sorunlarına çare aranıyor. Olan, öğrencilere ve onları bin bir türlü zorluklarla okutan ailelerine oluyor.
İletişim fakültelerine yönelik önerim özetle şudur: Genel teorik ve teknik dersler düzenli bir şekilde iki yıla sığdırılıp, üçüncü senede öğrencilere zorunlu staj yaptırılabilir. Bu sayede stajını yapacağı yerde, öğrencilerin uzmanlaşması sağlanabilir. Son yılda lisans eğitimi devam eder. Bitirme tezleriyle, teknik ödevlerle öğrencilerin bilgi ve birikimleri yoğurulur.
Aslında bu hiç de zor değil. Çünkü haftanın iki günü, üç günü ders işlenen fakültelerde, haftanın beş günü ders yapılarak bu açık kapatılabilir. Sırf zaman doldurmak için programlarda yer alan gereksiz dersler de iptal edilebilir. Öğrencilerin bir yıl staj yapması onların gelişmesi ve kendilerini yetiştirmeleri açısından büyük bir fırsat olur.