Cumhurbaşkanımızın Irak gezisi üzerine çok şey yazıldı ancak on üç yıl sonra yapılan bu ziyaret eminim daha, çok konuşulacaktır. Çünkü yaklaşık on yıldır hiç gündeme gelmeyen su meselesi taraflar arasında masaya yatırılmış, uzun bir aradan sonra Irak’ta su kaynaklarının iyice tükendiği bir zamanda su meselesi ele alınmıştır. Su neden meseledir ve Sudani neden Irak ve Türkiye’yi birbirine bağlayan Dicle suyunu bir yaşam çizgisine benzetmiştir? Su, Irak için bir varoluşsal konudur ve bu konuda Irak’ın Türkiye’ye ihtiyacı vardır; tıpkı PKK terörüyle baş edebilmek için Türkiye’nin de Irak’a ihtiyacı olduğu gibi. Ancak su meselesinde iki tarafın geçmişte anlaşamadığı bazı noktalar olmuştur. Sözgelimi, Fırat ve Dicle nehirlerinin kaynağı Türk topraklarından doğduğu için Türkiye iki komşusuyla (Irak ve Suriye) bu suları paylaşmak yerine suyu tahsis (allocation) etmek istemiş, Demirel, “Arapların petrolü Arap topraklarından çıkmakta, Fırat ve Dicle nehirlerinin kaynakları da Türk topraklarındadır. Biz onlara petrolü bizimle paylaşın diyor muyuz? Onlar da bize suyu paylaşın diyemez.” şeklinde konuyu yorumlamıştır. Sudani’nin demecinden; “Su anlaşmaları sulama sistemlerini yenileyecek. Bu anlaşmanın ayrıca Irak'ın su hissesine de olumlu etkileri olacak ve komşu ülke Türkiye'ye de fayda sağlayacak.” sözlerinden artık bu konunun bir pürüz olmaktan çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, “Su Alanında İşbirliği Çerçeve Anlaşması”na imza atan iki ülkenin, geçen yıl 20 milyar dolar seviyesinde seyreden ticaret hacmini daha üst seviyelere taşımak amacı ve Kalkınma Yolu Projesi’nin avantajları göz önünde bulundurulursa Türkiye ve Irak’ın bölgede sıkı bir iş birliğine adım attığı ortadadır. Uluslararası ilişkiler literatüründe “Her yapılan ittifak, karşı bir ittifakı doğurur.” söylemi çokça kullanılır. İşte Türkiye -Irak ve iki Körfez ülkesi Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki iş birlikleri karşı bir tepkimeye yol açacak mıdır bilinmez ama bazı ülkelerin Ankara-Bağdat-Doha ve Dubai arasındaki yakınlaşmadan mutsuz olacağı çok açıktır.

Burada ilginç olan; II. Abdülhamid döneminde hayata geçirilen, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ancak Nusaybin’e kadar gelebilen Berlin-Bağdat demir yolunu sanki bize hatırlatırcasına Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’in tam da Cumhurbaşkanımızın Irak ile Kalkınma Yolu Projesi’ne imza atmak üzere Irak’ta bulunduğu zamanda Türkiye’yi ziyaret etmesidir. Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi? Ayrıca Steinmeier’in Sirkeci Tren Garı’nı ziyaret ederek iki ülke arasındaki yakın ilişkiyi vurgulaması da Alman Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinin ilginç yanlarından birisidir.

 Almanya Şansölyesi Scholz’ın 7 Ekim’den sonra başına kipa giyerek Netenyahu’yu ziyaret ettiği ve Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı nezdinde dava açtığı gün, Alman hükûmetinin İsrail'e yöneltilen soykırım suçlamasını reddetmesi hafızalarda tazeyken Steinmeier’in Türkiye ziyareti esnasında kayda değer bir protestoyla karşılaşmaması da bu ziyaretin bir diğer ilginç yanıdır. Sosyologların alanına giren bu konuda ahkâm kesmek istemem ancak öyle görünüyor ki Batı’da kitleler Gazze’de yaşanan zulme kadar “uygar ve demokratik” zannettikleri hükûmetlerinin gerçek yüzü karşısında karşılaştıkları hayal kırıklığını ve şokunu Türk halkı hâlihazırda yaşamamaktadır. Zira biz Türk halkı olarak “uygar” dünyanın ikiyüzlülüğünü yıllardır deneyimlemekte, bu ikiyüzlülüğü dünyaya her fırsatta duyuran bir lider tarafından yönetilmekteyiz.