O akıl ki o en büyük nimeti biz yerli yerinde kullanmadığımızdan dolayı başımıza bela etmeyi başaran zeki ahmaklardan olduk. 
Zekâyı, aklı, kalbi ve nefsi allak bullak bir düzen içerisinde kullanmaya çalışarak sonuçta ortaya hem ferdi hem içtimaî manada kaotik biz düzen çıkardık. 
Böylece ferdi anlamda huzursuz ve herkese güvensiz, içtimai anlamda düzensiz ve adaletsiz gayri meşru bir sistem zuhur etti. 
İnsandan toplumun geneline şamil bir misal verecek olursak: misal makine; aklı, zekâyı, kalbi makinenin parçaları varsaydığımızda en mükemmel makine dahi olsa parçalarının yerli yerinde olmadığı vakit elbette çalışmayacağını, işlevini ifa etmekten çok uzak kalacağını tabi ki idrak edebiliriz.
Aklı putlaştırarak, kalbi yok sayarak ancak ve ancak ikisinin de yok oluşuna zemin hazırlarız. Ve elan olan ve vakıa olarak yaşadığımız da budur. 
Bunun ispatı ise içtimaî olarak elan yaşadığımız hadiseleri ne akıl nede kalp kabul etmektedir. Zihin ve havsala ve akıl muhakkak ki sınırlıdır. İnsanın hayatı, fiziki gücü, nefesi, sözü sınırlı olduğu gibi aklı da sınırlıdır ki zaten akıl sınırlıdır. 
Bu kadar özelliğimiz sınırlı iken aklın sınırsızca her mevzuu kavramasını beklemek;  kuyumcu terazisinde çimento torbası tartmaya benzer ki o vakit ne terazi kalır ne tezgâh.  İnsan haddini bilir, bedenen aciz olduğu gibi aklende aciz olduğunu kabul eder ve salt aklı put edinmez ve hissedecek öğüt alacak bir kalbe sahip olmaya çalışırsa o vakit fert ve toplum bazında birçok şey yoluna girecektir. 
Aklın sınırlı olduğunu kabul ettikten sonra kalbe baktığımız vakit kalbin lâ mekân oluşunu görebiliriz. Akılla iman değil, kalp ile iman olduğuna göre kalp için mekândan ve sınırdan söz etmek mümkün değildir. 
Tabi burada muhataplara mecburen kalbi bir kan pompasından ibaret sefihçe bir anlayıştan kurtularak konuya öylece nazar edilmesini rica ediyoruz. 
İdrak mevzuunu incelediğimizde;  elbette kelimenin ruhu üzerinden konuyu inceleyeceğiz fakat kelimenin bedenine baktığımız da idrak kelimesinin köken olarak dereke kelimesinden geldiğini, ve derekenin ise bir şeyin en dip noktası olduğunu yani bir mevzuu idrak etmenin o mevzuda ulaşılamamış bir nokta kalmamış olmasını göstermektedir.  
Yani akıl yolu ile idrakin tek yolu ancak ve ancak aklın o mevzuu çepeçevre sarması ve kuşatması ile mümkündür. 
Örneğin; Akıl, Allah’ı (c c), melekleri, şehitliği, kaderi, ölümden sonra dirilmeyi mümkün değil kavrayıp idrak edip tartamaz. Aklın yolunu terk etmeyenler ise burada inkâr tarlasında ateş biçmek zorunda kalacaklardır. İşte bu mevzular akılcılar için zifiri bir karanlıktır ancak kalp sahiplerinin şüphesiz idrak ettiği ve yakînen inandığı berrak ve sarih ve yüksek bedahet arz eden mevzulardır.
Burada bir mevzuunun akıl ile idrakinin mutlak manada mümkün olmadığını evvelden beridir zaten âyan olduğu halde fakat tabiki agâh olanlara ayan olduğu halde şimdi de muhataplarımıza beyan etmiş bulunuyoruz.  
ŞEHİDÜLMÜSTAKBEL