Her gün kıyasıya savaştaymışız gibi bir mücadele ve karşılıklı sert ve kırıcı bir dilin yerine, el sıkışan liderlerin varlığından neden rahatsız olunur, anlamak mümkün değil!  Birinden birini tercih etmek noktasında ilkini tercih edenin siyasi fayda açısından daha rasyonel hareket ettiğini, ikincisini tercih edenlerin ise fazlasıyla bir duygusallık içinde olduğunu söylemek de mümkün olabilir ancak ben buna katılmıyorum. Elbette muhalefetin görevi iktidarı eleştirmektir ancak eleştiri ile beraber ortak çözüm yolları bulmak ve koca bir ülkede huzur vermek de görevler arasındadır. 14 Mayıs sonrasında daha da kutuplaşan bir topluma bu görüşmenin ne kadar iyi geldiğini anlamak, zor olmasa gerek. Komşunun komşuya küstüğü, kardeşin kardeşe “Artık sen benim kardeşim değilsin!” dediği bir toplumda bunun müsebbibi olan bir söylemin, bir dilin en azından daha da yumuşayacağını görmekten neden rahatsız olunur?

Yükselen popülizm, toplumun ve geleceğin nesillerine bırakılacak bir ülke ihtiyacının gereklerinden uzaklaştırır. Biz de olduğu gibi ekonomide, eğitimde pek çok temel sorunlarımızı oturup adamakıllı konuşmak yerine bu aşırılıklar yüzünden sadece birbirimize öfke kusarak bir yere varamayız. Toplumun kahir ekseriyeti öylesine bir tarafgirlik içinde hareket ediyor ki bırakın temel sorunlarımızı konuşmak, ileriye dair hedeflerimizde buluşmak; sevdiği partiye ve lidere bir laf söylemesi hâlinde iftar sofralarında birlikte oruç açmanın dahi mümkün olmadığı bir ortamda bu nezaket, sonuçlarından çok daha büyük bir amaca hizmet ediyor. 14 Mayıs’tan sonra evimde kahvaltıya davet ettiğim iki akrabadan AK Partili olan, muhalif olanı görür görmez, “Sizi perişan ettik!” manasında bir söz söyleyince diğeri kalkıp gitmişti. Hatta “Bu geldiğinde beni de çağırırsan seninle asla konuşmayacağım!” demişti. 31 Mart’tan sonra da tam tersi olmuştu; kaybeden psikolojisi yer değiştirmişti. Erdoğan-Özel buluşmasından sonra her ikisiyle de görüştüm, ikisi de birbirlerini ne kadar sevdiklerinden dem vurup durdular. Kısacası dünya kurulduğu günden bugüne dinlerin doğuşu, devletlerin kuruluşu aşamalarında kavga ve çatışmanın getirdiği kutuplaşma; toplumlara asla, ebedî huzur getirmedi. Bugün, Erdoğan’ın Özel ile görüşmesinden sonra yazılan binbir siyasi komplo teorisine bakacak olursak; bunun, Erdoğan’ın bir planı olduğunu, Erdoğan’ın Özgür Özel’i öne çıkartarak diğer muhalif aktörleri bu şekilde bertaraf ettiğini söyleyen arka plan okuyucu yorumcuları, dönüp Özgür Özel-Kemal Kılıçdaroğlu buluşmasına baksınlar. Özgür Özel zaten 31 Mart’tan önce, TBMM'deki CHP Grubu'nda vekili olduğu Kılıçdaroğlu'nu ve diğerlerini, Akşener’i, hepsini bertaraf etmişti.

YENİ ANAYASA MÜMKÜN MÜ?

Buluşmanın ana gündem maddesi “yeni anayasa”ya gelince; ben anayasanın bahane, sohbetin şahane olduğunu belirteyim. Bu süreç net bir uzlaşma üzerinden anayasa taslağı getirmeyecektir. Çünkü iki lider de; görüşmeler parti merkezlerinde yapılsa da sadece kendisini temsil etmiyor. İki lider de iki ittifakın temsilcisi durumunda. CHP bazen varmış gibi bazen yokmuş gibi bazen de hem var hem yok denilen DEM ittifakını AK Parti ise MHP’nin kırmızı çizgilerini göz ardı edemeyecektir. İki taraf için de iki ittifakı tutan ana taşıyıcı köprüleri atmak, bugünkü tabanları kaybetmek tehlikesi karşısında son derece zordur. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) kendisine oy veren DEM seçmeni için Anayasa’nın 63. maddesi olan vatandaşlık tanımını kendi tabanına, ulusalcılara, aşırı Kemalistlere açıklamakta zorlanacaktır ki bu kesimde zihniyet dönüşümünü Kemal Kılıçdaroğlu bile başaramadı. Diğer taraftan Anayasa’nın dördüncü maddesinin; yani “ilk üç maddenin değişmesinin teklif dahi edilmeyeceğini” düzenleyen Anayasa’nın dördüncü maddesinin değiştirilmesi önerisinin konuşulması bile MHP parti tabanını rahatsız eder. Velhasılıkelam konuşmak iyidir.