Çekiç Güç orada böyle bir devletin oluşması için ihtiyaç duyulan askerî güç idi. Ve Türkiye ile Çekiç Güç arasında yaşanan sorunlar, genelde hükümetin baskısıyla hep ertelendi. Ve sonuçta Muavenet benzeri bir olaydan korkulduğu için hükümet etkisiz kaldı. Bu olaylar, belli bir süreç sonrasında da aynen planlandığı gibi gerçekleşti. Hükümetler bilerek veya bilmeyerek, tedbir almadığı ve gereken karşılığı vermediği için iş daha detaylı ve kötü bir noktaya kadar geldi. Irak’ın kuzeyinde Süleymaniye’deki Türk askerî birliğinde askerlerin başına çuval geçirme hadisesi de sonra yaşanmıştı. Amerikalılar bir nev’î baskın yaparak oradaki askerlerimizi tutukladılar başlarına çuval geçirdiler. Aslında bu olayın, yani geminin vurulması olayına Amerikalıların Türk denizcilerinin başına çuval geçirme olayı desek mübalâğa olmaz. Peki niçin bu olay bir kaza değil? Çünkü bir gözdağıdır. Kitapta dile getirmeye çalıştığım konu buydu. Amerika, Türkiye’ye “Sen kim oluyorsun. Sen benim verdiğim silâhlarla ordunu donatıyorsun. Dolayısıyla bana karşı söz söyleme, karşı çıkma hakkın yok” diyerek gözdağı vermişti. Türkiye ile Çekiç Güç arasında yaşanan sorunlar neydi ve Çekiç Gücün Kuzey Irak’daki misyonu nasıldı sorusuna da yeri gelmişken cevap verelim. Verilen gözdağı istenen etkiyi göstermiştir. İşin acı tarafı Türkiye tamamen Amerika’ya boyun eğdi. Üzülerek söyleyebilirim ki, Türk hükümeti ve Cumhurbaşkanı Demirel, onursuzca davranmıştır. Türk askerî yetkilileri ise gerekli tepkiyi vermekte pasif kalmış, ülkemizi temsil etme sorumluluğu taşıyan insanlar beceriksizce hareket etmiştir. Bu olay sonrasında hiçbir devlet yetkilisi siyasetçiler, bürokratlar karşı çıkmadı. İşin kötü tarafı muhalefetten de etkili bir söz söylenmedi. Devlet olarak, millet olarak, iktidarda kim olursa olsun gösterilmesi gerekli olan tepki gösterilmedi. Ve bunun üzerine gözdağı verme olayı aşama kaydederek çuval geçirme olayına dönüştü ve bugünlere geldik. Muavenet adlı gemimizin vurulmasının ardından Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi ve faali meçhul cinayetler dönemi başladı. Bunların hepsi ABD’nin kalleşçe oyunlarıdır. Eşref Bitlis Paşa’nın öldürülmesi olayında da kaza olmayacak şekilde büyük iddialar vardır. Orada şehid olan bir orgeneraldir. Fakat farklı bir paşadır o. Yoksa şehit edilmezdi. Eşref Bitlis Paşa şehid edildiğinde medya niçin suskun kaldı? Bunu anlamak mümkün değil. Ben anlayamıyorum. Bazı olayların üzerini örtmek için komplo teorisi tarzında yaklaşımlar sergileniyor. Burada bahsettiğimiz konular, kesinlikle komplo teorisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan, Türk dış politika ve askerî politika sahasındaki acı verici, unutulmaz olaylardır. Sonuçta komplo terorisi değil, ortada şehit olan askerler vardır. Birisi Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve biri Muhrip komutanı ki—bu askerin amiral olma şansı—çok yüksekti. Muhrip komutanları geleceği parlak subaylardan seçilir. Maalesef bu insanlar Amerika’nın politikası sonucu şehid edilmiş insanlardır. Ne yazık ki, medyada silâhlı kuvvetlerde bu acı cinayetler, komplo teorisi demiyorum, “cinayetler” ört bas edilmiştir. Bütün bunlar üstü örtülmüş cinayetlerdir. Aynı darbeci faşistlerin tertiplemiş olduğu bazı cinayetler gibi.... İşin kötüsü sonuçta Amerika istediği hedeflere ulaşmış kaza sonucu bize maalesef sitimli gemileri dayatmıştır. Kitabımda bu bilgilere de yer veriyorum. 9 tane almak istemediğimiz “Knox” sınıfı gemiyi aldık. Ki bunların teknolojisi eskiydi. Sitimliydi en azından. Biz dizel tahrikli “Perry” Klas gemilerden almak istiyorduk. Bir yerde bu olayın sebeplerinden bir tanesi de bu gemileri almak istemeyişimizdir.