Al-i İmran Sûresinin 173. ayeti mealen şu şekildedir: “Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman, onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ dediler.”
Büyüklerimizden sık sık “Hasbünallâhü ve ni’me’l-vekil” sözünü işitiriz. İşte bu ayetin son kısmındaki bu kısım çok önemlidir. Zira zaman su gibi akıp geçiyor. Bir de bakmışız ki ömrümüzün çoğu geçip gitmiş. O halde bir rüyaya benzeyen bu hayatın manasını anlamaya çalışmak gerekir.
Çünkü asıl hayat sonsuzluk ülkesindeki hayattır. Ahirete göre dünya hayatı bir rüya gibidir. Dünya ise daha ne olduğunu anlamadan birden bitip tükenir.  O halde bu kısa dünya hayatını boş işlerle ve günah kazanmaya sebep olacak davranışlarla değil; namaz, ibadet ve Allah’ın rızasını kazanacak işlerle geçirmek gerekir.
Bediüzzaman Said Nursi, zamanın süratle akmasını şöyle ifade ediyor: “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.”
İşte elimizden uçup gitmeden evvel bu bir aylık kıymetli günleri güzelce değerlendirmeliyiz. Kötü söz ve gıybetten uzak durmalı bunları yapan insanlardan yakamızı kurtarıp alnımızı bir seccadeye koyarak dua ve ibadet etmeliyiz. Madem hayat rüya gibi rüzgâr gibi hızlı bir şekilde geçiyor, o halde geçen ömür dakikalarının kıymetini bilmek zorunluluğu vardır. Çünkü tekrar elimize geçmeyecek.
Gemide çalışırken arkadaşlarıma “Aman canınızın kıymetini bilin, çalışırken elinizi kolunuzu dikkatli kullanın, bizim mesleğimiz denizcilik çok ağır bir meslektir. Ölümcül yaralanmalar çok sık meydana gelir. Bu hayatı tekrar bize vermeyecekler. Bilgisayar oyunları gibi düşünürseniz “sadece bir can” hakkımız var. Ona göre hareket edin” der dururdum.
Nitekim başıma büyük kazalar geldi. Fakat Allah’a şükürler olsun, birlikte çalıştığım denizci arkadaşlarımdan ağır yaralanma ve ölüm gibi musibetleri yaşamadım. 
Hatta Hint okyanusunda fırtınada kaptanı olduğum gemi ikiye bölünerek battı. Rabbime sonsuz şükürler olsun ki bütün personelimle birlikte sağ salim kurtulup sahil-i selamete çıktık. İki kişideki hafif yaralanma dışında personelime bir şey olmadı. Bir gemi kaptanının gemi kaybetmesi kadar kötü bir şey yoktur. Allah hiçbir kaptana bu acıyı yaşatmasın.
İşte benim yaşadığım bu üzücü kaza gibi hayatta yaşayabileceğimiz çok daha kötü olan bir durum vardır ki; bu husus her insan için geçerlidir. Bu ise imansızlıktır. Dünyanın yok olup gideceğini, hiçlik kuyusunda boğulup bir daha dirilmeyeceğini düşünmektir.  Bir insana bundan daha büyük bir azap verilemez.
Şeytanın en büyük maksadı işte budur. Önce kendisini inkâr ettirir daha sonra ise kişiye yok olup gideceğini fısıldayarak hem dünyasını hem de sonsuzluk ülkesi yani ahiretteki hayatını karartmaya çalışır. Zaten maksadı bundan Şeytancasına bir tat almaktadır. İyi de Şeytanın maskarası olmaya ne gerek var. Bırakalım kendi azabı ile yanıp kül olsun. Bu kısa dünya hayatının kıymetini bilip elimizden dilimizden ve dualarımızdan geldiği kadar hayır hasenatta bulunalım. Belki yaptığımız iyilikler başkalarına göre küçük kalabilir; lakin önemli olan niyetimizdir.
Namazda “Ettehiyyatü” duasını okurken nasıl ki bütün canlıların ibadetlerini arkamıza alıp onların misli ile Rabbimize yalvarıyoruz. İşte niyetimiz bizim en büyük silahımızdır. Allah rızasını kazanmak için elimizdeki en güzel duygu; bu niyetle yapılan dualardır.
Rabbimden, cümlemizin sonsuzluk yurdu olan cenneti kazanmasını ve Cemalullahı görmeyi niyaz ediyorum, vesselam…