Ramazan gününün verdiği manevi atmosferinde katkısı ile tuhaf bir durum meydana gelmiş birdenbire sorgulayan ben, sorgulanan ise Alay komutanı olmuştu. Kendisine “Marksist öğrencilerle niye uğraşmıyorsunuz?” Diye ters bir cevap verince kızarıp bozardı ve beni odasında bırakarak Okul Komutanının yanına çıktı. Bir müddet sonra döndüğünde “herhalde beni hapse atacaklar diye beklerken” nedense bana karşı gayet iyi davranmaya başladı.
Sonradan işin rengi belli oldu tabii ki; İki öğrenci odaya gelerek “benim kendilerine namaz kılmaları için baskı yaptığımı ve Said Nursi’nin kitaplarını okumalarını tavsiye ettiğimi” söylediler. Ben de herhangi bir baskı yapmadığımı fakat dini kitapları okumanın iyi bir şey olduğunu çünkü askerlerin dindar olması gerektiğini söyledim. Bütün bunlar yüz yüze yapılan konuşmalardı ve bir astsubay her şeyi daktilo ile kayıt altına alıyordu.
Yalana hiçbir zaman tevessül etmediğim gibi burada da asla müracaat etmedim. Zaten bana göre iftihar edeceğim; Bahriye mektebi yöneticilerine göre suç olarak görülen hususlardan dolayı soruşturuluyordum. Niçin yalan söyleyecektim ki?
Saatlerce süren soruşturmalardan sonra Alay komutanı, oruçlu olup olmadığımı sordu. Bende “oruçluyum” deyince, önüme asker karavanasından yemek geldi. Aradan 31 yıl geçmesine rağmen bu yemek hala aklımdadır. Barbunya pilaki ile pilav vardı. 
İftarımı yapıp yemeğimi yedikten sonra ayrılabileceğim söylendi. Ben de gidip doğruca birliğime katıldım. Bu olay sonucunda askeriyeden ayrılacağımı beklediğim halde tam 11 yıl görevime devam ettim. Bir kimse çıkıp bana dindarlığımla ilgili hesap sormadı. Ta ki; 28 Şubat 1997 dönemindeki başörtüsü yasağı çılgınlığına kadar. Demek ki mübarek Ramazan ayının bereketi olsa gerek insanlar mertlikten ve doğru sözlülükten hoşlanmışlardı.
Evet, en zalim insanlar bile doğruluk karşısında susabiliyor, hatta şaşırmış bir vaziyete düşebiliyorlardı. Bu soruşturmayı hayatım boyunca unutamadım. Demek ki Allah doğruların yardımcısıdır, vesselam…