O halde Batı’nın uydurduğu bazı kelimeler ve İslamofobi üzerinde biraz durup bu hastalıklı anlayışı izah etmeye çalışalım.
İslamofobi, sosyolojik bir realite olmaktan önce psikolojik bir meseledir. Batı, kontrol edemediği, teslim alamadığı bir güç olarak gördüğü için İslâm’a karşı korku üretmektedir. Batılı medya ve kamuoyunda üretilen ve İslâm’ı terör ve şiddetle özdeşleştiren algı, çok güçlü olup Batı’nın sömürü ve menfaat çarklarının sona ermemesi için elde kalan son çare olarak görülmektedir.
Bu korku stratejisinin aşılması için, Müslümanlar kadar Batı’nın da çaba göstermesi gerekmektedir. Kendilerini sömüren ve aldatan “kapitalizm” gibi materyalist düşüncenin tuzağına düşmek artık yeter. İslam’ı asli kaynaklarından öğrenerek zihinlerinde meydana getirdikleri bu “canavar” kavramından kurtulmaları kendi ruh sağlıkları açısından önemlidir. Hem enerji ve para yüzünden terör üretip dünyanın tamamının başına bela olacaksın sonra da kalkıp Müslümanlara “şiddet içeriyorlar” diyerek çamur atacaksın. Olmaz böyle şey. Artık kendilerini kandırmaktan kurtulmaları ve akıllarını başlarına almaları gerekiyor. Şiddet, ırkçılık, menfaat, savaşmak, arzu ve hevesleri peşinde koşmak Batı felsefesinin bir ürünü olup İsla’a ve Kuran medeniyetine tamamen zıttır. Bunu bir çok yazı ve makalede konu ettiğim için burada kısa kesiyorum.
İslâm dünyası içinde çıkan ve bir kısmı şiddete başvurun müfrit ve aşırı unsurların, Müslüman dünyanın ana çizgisini temsil ettiklerini kimse söyleyemez. Suçun şahsiliği söz konusudur ve bir insan veya bir toplum bir kötü insan yüzünden toptan suçlanıp ötekileştirilemez. Kuran’daki “hiçbir günahkâr başkasının günahına ortak edilemez” mealindeki “Velataziruvaziretinvizrauhra” ayetini dikkatle ele almak gerekir.
Batının düşmanca tutumu yetmiyormuş gibi bir de bazı grupların tekçi ve tekfirci çizgileriyle, İslâm’ı şiddet dini olarak göstermeye kimsenin hakkı yoktur. Tarihte her toplumun içinde ortaya çıkan şiddet eğilimli gruplar daima var olagelmiştir. Haricîlik gibi akımlar, sergilemiş oldukları barbarlıkları ile zihniyet problemini yansıtmışlardır. Fakat 1. ve 2. Dünya savaşlarında görüldüğü gibi hiçbir şiddet Avrupa’nın gösterdiği vahşetten daha büyük olamaz. Çoluk çocuk demeden şehirleri dümdüz edip sivil katliamlarını gerçekleştiren Batı dünyası önce kendisi ile yüzleşmeli sonra diğer toplumlarda çoğu zaman kendi unsurlarınca gerçekleştirilen şiddeti eleştirmelidirler. Türk atasözünde olduğu gibi “önce iğneyi kendine batırmalı sonra çuvaldızı başkasına sokmalıdır”. Batı’nın İslâm dünyasına yönelik ikiyüzlü, sömürgeci, baskıcı ve zalimce tutumundan dolayı meydana gelen sadece Müslüman toplumlarda değil dünyanın her yerindeki terör olaylarını bir de bu açıdan ele almak gerekir. Sömürgecilik bitmiş lakin sömürü düzeni sona ermemiştir. Batının acımasızca operasyonları dünya kamuoyunda büyük bir tepkiye yol açmaktadır. Terör unsurları da bu tepkiden beslenmektedir. Elbette bu tepkisel akımların ürettiği terör İslâm’a ve diğer inanç sistemlerine yüklenemez, mal edilemez. Zaten terör İslam’ın temel değerleri itibarıyla asla meşru değildir. “Masum bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir” mealindeki ayet şiddetin önündeki en büyük engeldir.