Gemimizde 24 bin ton demir cevheri vardı. Bu nedenle çevre için zararı neredeyse yok gibiydi. Hatta deniz canlılarına yuva olarak belki faydalı bile olmuştur. Lakin yıllarca yaşadığım bu kötü hatıra hala rüyalarıma girmektedir. Türkçede bir söz vardır “ne oldu! gemin mi battı da böyle üzülüyorsun” derler ya işte bunun gibi uzunca bir müddet bu olayı yaşamaya devam ettim. Yine bir başka seferde bu sefer Güney Kore’den satın alınan bir gemiyi Türkiye’ye getirmek üzere Yaz Musonlarına yakalanmıştım. Gemimiz küçük olmakla birlikte bir de iki aylık bir seferde boş dönmemek için rulo saç yükünü yüklemiştik. Fırtına da dev dalgalar arasında adeta fındıkkabuğu gibi kalmıştık. Nihayet Sokotra adasına varıp kuzeyine demirlemeye muvaffak olmuştum. Fakat yine bir fırtına mevsimi idi ve gemide su, yakıt ve yiyecek tükenme noktasına gelmişti. Çaresiz “Vira Bismillah” deyip yeniden yola çıktık. Fakat dalgalar ile savaşmak mümkün değildi. Zaten fırtınadan daima deniz galip çıkar. Bu nedenle denizle kavga etmeye gerek yoktur. Bu nedenle Somali sahillerine ulaşmak yerine rotayı kuzeye çevirip gemiye olan etkisini azaltmaya çalıştım. İyi de etmişim akşama doğru Umman sahillerine yaklaşmış yüksek basınç nedeni ile fırtınanın etkisinden yavaş yavaş kurtulmuştuk. Artık asıl rotamıza dönebilirdik. Aden den su ve Cidde den yakıt ikmalini yaparak Süveyş Kanalı üzerinden Türkiye’ye geldik. Bu arada cayromuz bozulmuş emektar pusulamız ile yola devam etmiştik. Bundan başka defalarca azgın Hint Okyanusundan geçmiştim. Yine unutamadığım bir başka olay da korsanlar cirit atarken gemi makinasının arıza yapmış olması idi. Halbuki Çarkçıbaşına Kızıldeniz’de iken bakım yapması için demirleyebileceğimi ve her geçen gün bir geminin korsanlar tarafından ele geçirildiği bu sularda makinanın çok önemli olduğunu defalarca söylemiştim. Bir değil tam iki defa stop ettik toplamda bir gün boyunca öyle hareketsiz kalıp Aden Korsanları için kolay bir yem oluvermiştik. Ana makine kaver kapağı değiştirilmiş sonunda makinayı tekrar çalıştırmaya muvaffak olmuştuk. Lakin yaşadığımız stresi unutmak mümkün değildi. Belki de mide rahatsızlığımın sebebi işte bu sularda yaşadığım talihsizlikler olsa gerekti. Her ne ise… Bu olaylardan kendimce çıkarılacak dersler şunlardır. Demek ki bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Cenâb-ı Allah, insanlara bazen musîbetler verir, “Bakalım sabır edebiliyor mu?”; bazen de büyük nimetler verir, “Bakalım şükretmesini biliyor mu?” diye. Evet, insan kendisine verilen sabır kuvvetini sağda solda dağıtmazsa her türlü güçlüğe kâfî gelebilir. Seydi Ali Reis’in ve benim başıma gelenler ne kadar güç ve dayanması zor musibetler olsa da eğer insan sabretmesini bilirse hepsinin altından rahatça kalkabilir. Acz ve zaafın gücü ile Rabbine yöneldiğin takdirde hiçbir kuvvet seni mağlûp edemez. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaya da gerek yoktur. Asıl büyük ve ciddî belâ; insanın dinine gelen musibettir. Allah korusun imanını kaybeden bir insanın başına gelebilecek bundan daha kötü bir şey olamaz. Dünya hayatı geçici olduğundan hem de sür’atle akıp gittiğinden her türlü belâ ve musibete katlanmak mümkündür. Fakat inançsızlık bir insanı ele geçirdi ise, hem dünyası kararır hem de ahiretteki ebedi hayatı kararacaktır. İşte asıl bundan korkmak gerekir.Rabbim, hepimizi altından kalkamayacağımız musibetlerden korusun…