Çünkü diğer öğrenciler bu uyandırma faslından bayağı rahatsız olduklarını söylediler.
Mahmut, bu sefer başka bir yol denememi ve “su” yardımı ile uyandırmamı söyledi. “Suyun kaldırma kuvvetinin” aynı zamanda bu işe yarayacağına aklım ermemişti ama “deneyelim” dedim ve sabah namazı için tekrar uyandırmaya gittim.
Abdest aldıktan sonra avucuma su dolduruyor yatakhaneye gidinceye kadar elimde kalan suyu taşımaya çalışıyordum. O sabah inanılmaz bir şey oldu. Bizim bir türlü uyanmayan Mahmut, yanaklarına bir iki damla su damlayınca birden uyanıverdi. Ben bu işe önce inanmadım, ertesi gün bakalım ne olacak diye merakla bekledim. Fakat tokatla, yumrukla uyanmayan Mahmut bir-iki damla su ile çok kolay bir şekilde uyanıyordu.
Tıpta böyle bir şeyin yeri var mıdır? Bilmiyorum ama suyun kaldırma kuvvetinin bu kadar etkili olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Uykusu ağır olanlara tavsiye edilir…
Askeri okulda olmamıza rağmen iftar ve sahur yemeklerimiz sanki “ailemizle birlikteymişiz” gibi hoş ve güzel geçiyordu. Öyle ki oruç tutmayan sınıf arkadaşlarımız bile bu güzel kaynaşma ortamından istifade etmek için iftar yemeklerine geliyor hatta sahura bile kalkıyorlardı.
Askeri okullarda hemen hemen her şey tören nizamında yapılırdı. Sabah akşam “tabur” adını verdiğimiz içtimalarda toplanır uygun adımla gider, gelirdik. Hatta yemekhaneye giderken bile uygun adım yürür, üst sınıfların yerleşmesini bekler, nöbetçi subayının izniyle yemeğe başlardık.
Nöbetçi subayı “Tanrının adıyla” der biz de aynısını tekrarlayarak yemeğe başlardık. Tabii bu arada benim gibi birçok kişi hatta sesli bir şekilde “bismillah” der besmele çeker öyle yemeğe başlardı.
Yemek sonunda yine komutla “çok şükür” der eğer ses zayıf çıktı ise tekrarlatılır böylece şükür vazifemizi de yapmış olurduk. Denizcilerde köklerine bağlı olmak erdem sayıldığı için olsa gerek bazı dini vecibelerimizi “zorla” olsa da yapmış oluyorduk.
Bazı sınıf arkadaşlarım oldukça iştahlıydı. Günde üç öğün yemek yedikleri yetmiyormuş gibi birde sahur yemeğine kalkanlara da rastlıyorduk. Böyle bir durum Bektaşi fıkralarına dahi konu olmuştur. Bir tanesinde;
Bektaşi’ye sahura kalktığını görünce bir gün sormuşlar:
-Hayrola erenler, hani sen oruç tutmuyordun?
-Ne yani, oruç sevabından mahrum kalıyorum bir de sahur sevabından da mı mahrum kalayım.
Diye cevap vermiş. Aynen bu Bektaşi gibi davranan arkadaşlarımıza hiç kimse kızmıyor Ramazan bereketi ile dolu olan sofralarımızdan herkes neşeyle kalkıyordu.Cenabı Allah, bütün Ümmeti Muhammedin sofralarından bereketi eksik etmesin, vesselam...