Mehdi anlayışı Yahudilik, Hristiyanlık ve Manihaizm gibi dinlere ait bir inanç olduğunu söyleyerek hadisleri inkâr etmek akıllı bir insanın işi olabilir mi? Sahte mehdilerin müfsid faaliyetlerini ön plana çıkaran bazı fitneciler; Mehdi anlayışının İslam’da olmadığına bu dair böyle düşünceleri kendi batıl fikirlerine gerekçe yapmaktadırlar. Bu şekilde adeta gözlerini kapayan bir insanın gece olduğunu zannetmesi gibi akılsızca bir yolu takip etmektedirler.
Mehdilik anlayışının Müslümanları İslamiyet için çalışmaktan mahrum bırakacağını da iddia eden diğer bir kısım inkârcılar ise bu düşüncenin Ehl-i Sünnet’e; Şia’dan intikal ettiğini söylemektedirler. Bunlara verilecek cevap daha basittir. Şia usulünde olan her şeyi reddetmek gibi bir vazifemiz yoktur. Ayrıca Müslümanlar hiçbir zaman Allah’ın rahmet ve inayetinden ümidini kesmez. Ellerini daima sonsuz rahmet sahibi Allah’a açarak niyaz eder. Daima ümit içerisindedir. “La taknetü min Rahmetillah-Benim rahmetimden ümidinizi kaybetmeyin” ayeti Müslümanların yapması gereken İlahi bir emirdir. 
Allah tarafından hidayete erdirilmiş kişi manasına gelen Mehdi’nin, “Hâdî” şeklindeki ism-i Fâil kalıbının anlamı ise “yol gösteren kişi” demektir. Kur’an-ı Kerîm’de aynı kökten gelen pek çok kelime geçmesine rağmen “Mehdî” zikredilmez. Bununla birlikte Peygamber Efendimiz Hz. Ali’yi “Hadî (Hidayete vesile olan) sıfatlarıyla övmüştür. Hz. Muaviye için de, “Ya Rabbi! Onu doğru yola ulaştıranlardan (Mehdî) kıl. Onunla insanları doğru yola ilet!” buyurmuştur. Istılahi manada, Mehdilikle alakalı pek çok rivayet vardır.
Oryantalistlerin ve onlardan etkilenen yazarların başka dinlerden ya da Şia’dan Ehl-i Sünnet’e geçtiğini iddia ettikleri Mehdi’nin zuhuru noktasında ulemanın icması vardır. Buna göre İslam alimleri, âhirzamanda Allah Resulünün neslinden (asm)  “bir zatın çıkacağını, Müslümanların ona tabi olacağını ve O zatın İslâm’ı ve Müslümanları zafere taşıyacağını, küfrün belini kıracağını ve adaleti hâkim kılacağını” müjdelemiştir.
Mevzuyla alakalı hadisler manevi tevatür derecesindedir. Suyûtî, bunların 40’tan fazla olduğunu söylemektedir. Mehdi’nin zuhuruyla alakalı hadîs rivayet eden sahabe sayısı ise 30’dan fazladır. Bunlar arasında Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Talha b. Übeydullah, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ud gibi sahabiler de yer almaktadır. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn Mace, en-Nesâî, Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân, Hâkim, Taberânî gibi büyük hadis imamları da bu rivayetleri eserlerine almışlardır.
Malum hadislerin bir kısmı sahih, bir kısmı hasen, bir kısmı da zayıftır. Mehdi ile alakalı rivayetlerin tamamının zayıf olduğunu söyleyen İbn Haldun’un yanılmış olduğunu ve cumhura muhalefet ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bir fikre davet cumhur-u ulemanın kabulüne vabestedir yani ilim adamlarının çoğunluğunun kabul etmesini gerektirir ve zorunlu kılar.
Otuz küsur sahabenin rivayet ettiği hadisleri kitaplarına alan büyük hadis imamları ve onlardan hareketle Mehdi’nin zuhurunu söyleyen ulemanın karşısında yer alanlar, ne ilginçtir ki bunu çürütecek delil ortaya koyamamışlardır. Çalışmalarında zayıf hadisleri öne sürerek sanki mevzuyla alakalı hadisler bu kadarmış gibi bir algı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Böylece Mehdî hakikatini inkâr etme konusunda insanları aldatacaklarını zannetmişlerdir. Aklı başında olan bir Müslüman böyle ahmaklara inanır mı?