“Mehdi” hakikatinin anlaşılmasına çok önemli ve lüzumludur. Çünkü 1450 yıldır Ümmet-i Muhammedin (asm) en çok ettiği dua; namazlardaki salli ve barik dualarıdır ve bu dualarla yakından alakalıdır. Allah katında bu kadar çok okunan duanın karşılıksız kalması düşünülemez. Zira bu dualar günde en az on defa okunmaktadır. Elbette alnı secdeye gitmeyenler bundan habersizdir. Bu namazsız zavallılara acımak gerekir.

Ehli sünnete göre, Salli ve Barik duaları; bütün namazların son oturuşlarında Ettehiyyatü’den sonra, ikindi namazının sünneti ile Yatsının ilk sünnetinin birinci oturuşunda Ettehiyyatü’den sonra, dört rekatta bir selâm verilerek kılınan Teravih namazının ikinci rek’atın sonundaki oturuşta “Ettehiyyatü”den sonra ve cenaze namazında ikinci tekbirden sonra okunan çok önemli bir duadır.

Madem önemlidir o halde okunuşu ve mealini de vermek lüzumu vardır. “Allâhümme salli (diğerinde barik) alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte (barekte) alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd”. Meali “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in aline (nesline) rahmet eyle; şerefini yücelt (hayır ve bereket ver). İbrahim’e ve İbrahim’in aline rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin”.

Müminler beş vakitte ve belirttiğimiz diğer namazlarda bu duaları okuyarak Hz. İbrahim’in ali (evladı) gibi Hz Muhammed (asm)’ın da nesline yani seyitlere salat ve bereket duası ederler. Bu kadar çok sıklıkla edilen ve namaz gibi makbul zamanlarda yapılan dua, elbette karşılıksız kalmaz.

O seyyidler, Hz. İbrahim’in soyundan gelenler gibi bir vaziyet almıştır. Bütün hayırlı işlerin başında seyyidleri görüyoruz. Bütün zaman ve asırların önemli hadiselerine o nurânî zatlar kumandanlık etmişlerdir. Tarih buna şahittir hatta öylesine çokturlar ki; o kumandanların toplamı muazzam bir ordu teşkil edebilir. Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile senetlerle, anane ile birbirine bağlı, en yüksek şeref ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki; Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün Müslüman topluluklarının başında bu seyyidler vardır. Olgunluk timsali şerefli reisler; yine bu seyyidlerdendir. Günümüz de dahi sayıları tam olarak bilinmese bile milyonları geçen bir mübarek nesildir. Uyanmış, kalpleri imanlı, yürekleri peygamber sevgisi ile dolu, cihan-değer şerefli intisaplarıyla başları dimdiktir!

Böyle büyük bir cemaatin içindeki mukaddes kuvveti silkeleyip uyandıracak azîm hadiseler de vücuda gelebilir. Elbette o büyük kuvvet içindeki yüksek hamiyet feveran edecek ve Mehdî-i Âl-i Resul’ün temsil ettiği manevi şahsiyet Müslümanların başına geçip, ümmeti yeniden hak yola iletecektir. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.

Bizi terbiye eden Rabbimiz, Al-i Muhammed’in (asm) neslinden bazı zatları gönderir ve insanlara rehberlik yaptırır. Aynı zamanda bu dualar, Müslümanların en kötü durumda dahi ümit içinde olmak gerektiğini hatırlatmaktadır. “La taknetü min rahmetillah” yani “Benim rahmetimden ümidinizi kesmeyin” ayeti, en kötü zamanda dahi ümitsizliğe düşmemek gerektiğini emretmektedir.

“İnnema el üsri yüsra - her zorlukta bir kolaylık bulunur” buyuran Rabbimiz, her türlü zorluk karşısında bir çıkış yolu yaratır. Eğer bunu yaratmamışsa bilmemiz gereken; sonsuz rahmetin tecelli edeceği Cennette karşılığını vermeyi murat etmiştir.

Ümitsiz kalmak ve Allah’a dua etmemek, mü’mine yakışmaz. “Ben kulumun güzel zannı üzerineyim”  diye buyuran Rabbimize her daim el açmalı ve her talebimizi ona yaparak muvaffakiyeti O’ndan beklemeliyiz.

Büyük Mehdi’nin zuhuru ile ilgili olarak şu hususların da bilinmesi gereklidir: Kıyametin çıkmasına yakın Büyük Deccal ve İslam Deccalı (Süfyan) zuhur edecektir. Bu dualarda geçen “Allahümme Salli ala Muhammedin...(barik ala Muhammedin)” dualarının elbette Allah katında makbul olacağına ve olduğuna delil şudur ki; Mehdi-i Ali Resul, işte böylesine dehşetli bir vakitte zuhur edecek; Deccal ve Süfyanın yaptığı tahribata engel olacak, tamir edecektir. Fakat Mehdi’nin en önemli özelliğinden bir tanesi kendisini gizlemesi olacaktır. Çünkü Mehdi’nin üç vazifesi vardır ki bunlar: iman-hayat-şeriattır. Bunlardan en önemlisi ise imandır. İmanın zayıfladığı bir zamanda zuhur edecek ve küfrün belini kıracaktır. İnsanlar mehdi’nin hayat ve şeriat konusundaki vazifesine odaklanmakta ve asıl önemli işi olan imanı tahkim etme konusunu unutmaktadır. Elbette dünya siyaseti ile boğulmuş insanlar bu en önemli hususu bırakıp dünya nizamına yön vermeyi esas aldıklarından Mehdi konusunu istismar aracı olarak görüp kullanmak isteyeceklerdir. İşte Mehdi’nin kendisini gizlemesinin sırrını burada aramak gereklidir. İstismarcıların kafasına sokacağımız en önemli husus şudur. “Kim kendisini Mehdi olarak ilan ediyorsa biliniz ki; o yalancıdır”. O halde siyasetçilerin mehdi kavramından korkup ürkmesine ve telaş etmesine de gerek kalmamaktadır. Son olarak şu hususu belirtmek gerekir ki; her Müslümanın kendi tanıdığı bir alim zatı veya irşat eden bir kişiyi, Mehdi bilmesinde; imani olarak bir mesuliyet yoktur. En fazla aşırı sevgi denilebilir ki; bunu da suç sayamayız.

İnsanın sevgi ve muhabbetinde bazen sınırlar aşılabilmektedir. Buna karşılık “niçin bu zatı hatta Mehdi diyecek kadar seviyorsun?” diye sorgulamak din ve vicdan özgürlüğüne aykırıdır ve kişilik haklarına saygısızlıktır, vesselam…