Bu durum araştırmacıların sayısını çok büyük ölçüde arttırmıştı. Ülkenin her yerinde irili ufaklı birçok araştırma merkezi kurulmuş ve sağlanan destek sayesinde başta bilgisayar olmak üzere her türlü bilimsel donanım tedarik edilmişti.

Sağlanan destek o kadar büyüktü ki bazen aynı projelere ayrı ayrı fon sağlandığı tespit edilmişti. Bu arada DARPA koordinasyonu sağlarken faks ve telefon ile bu işin çok güç olacağını keşfetmişti. Mükerrer yani tekrar tekrar aynı çalışmaları yapmamak ve edinilen bilgileri birbirlerine daha çabuk ve kolay ulaştırabilmek için bir ağ (network) kurulması kararı alınmıştı.

1972 yılında bütün bilgisayarları birbirine bağlayan ARPANET adı verilen bir ağ oluşturulmuştu. Başlangıçta bu ağ içinde yazışmak mümkün değildi fakat 1973 yılında ilk e-posta, başarı ile gönderilmişti.

Bilim adamları birbirlerine daha hızlı bir şekilde ulaşarak birbirlerinin birikiminden istifade etmek istiyorlardı. Bu maksatla 1982 yılında ARPANET, TCP/IP protokolü ile bünyesine diğer ağ ve networkleri de almaya başladı. Artık internet fiilen doğmuştu. Fakat hâlâ ciddî bir sorun vardı ve elektronik posta dışında internet aracılığı ile veri transferi yapmak gerekiyordu.

Bu sorunu bir İngiliz bilim adamı çözdü. Tim Berners Lee, 1989 yılında bilgisayar ağı içinde bilimsel araştırma faaliyetlerini hızlandırmak ve belge indirmeyi mümkün kılan World Wide Web (bildiğimiz www) editör programını (browser) icat etti.

Daha sonra Mark Andreason adlı bir Amerikalı, Mosaic adlı daha gelişmiş bir programı çıkarıyor ve bunu Netscape isimli bir şirket kurulması takip ediyordu. İşte bu Nestcape adlı şirket, hisselerinin halka açılması ile birlikte dünyanın geleceğini değiştiren “internet çağı” başlamıştı. Artık dünya daha önce olmayan yeni bir icatla karşı karşıya idi ve bundan sonra her şey müthiş bir süratle değişmeye başladı.

Sonunda bugünlere geldik. “5G” Teknolojisi ile makineler birbirini tanımaya ve birbirlerine emir vermeye başladılar. Öyle ki bu teknolojinin hangi noktaya ulaşacağı tahayyül dahi edilemiyor.

İşin çok ilginç bir yönü de şudur. ABD’nin Sahte Ay Yolculuğu yalanı internet sayesinde apaçık ortaya çıkarılmıştır. Her ne kadar ABD ve NASA yetkilileri çeşitli troller aracılığı ile bu sahtekârlığı inkâr etmek istese de kamuoyunda bu yolculuğun gerçekte olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır.

Evet, Ay’a gelişmiş sondalar yani insansız araçlar gönderilmiştir fakat insanlı bir yolculuk hala mümkün olmamıştır. NASA’nın en erken 2024 yılında yapabileceğini söylediği böyle bir insanlı yolculuğun en az 10 yıldan önce gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum.

İnternetin doğuş hikâyesi ister istemez insana Hazreti Musa Aleyhisselam’ın kıssasını hatırlatmaktadır. Hani bütün İsrailoğullarının kızlarını sağ bırakıp doğan erkek çocuklarını öldüren Firavun’un zulmü ardır. Bu büyük insanlık suçu Kur’an’da da geçmektedir. Paradoksal bir biçimde kendisinin de sonunu hazırlayan Firavun, Hazreti Musa’yı bizzat sarayında büyütmüştü. Sonunda Hazreti Musa’yı öldürmek için girdiği Kızıldeniz’in suları altında ordusu ile birlikte canını da vermişti.

Evet, internet çoğu bilimsel çalışmanın tetikleyicisi ve öncüsü olmuştur. Fakat Ay’a insanlı olarak gidilmediği gerçeği de önümüzde durmaktadır. Fakat bilim ve teknolojide akla hayale gelmeyen buluş ve gelişmelere imza atılmıştır. Atmosferi olmayan bir yüzeye iniş konusunda ve özellikle öldürücü Güneş radyasyonlarına karşı yeni yöntemler geliştirildiği takdirde insanlı bir uçuşun gerçekleşebileceğine inanıyorum, vesselam…